6 Mayıs’ta idam edilen Deniz, Hüseyin ve Yusuf ile 30 Mart’ta Kızıldere’de katledilenler, içinde yaşadıkları ortamı kişisel yetenekleriyle bütünleştiren o dönemin devrimci önderleriydi. Bu önderlerin en dikkat çeken özellikleri, sözlerinin ve eyleminin birbiriyle tutarlı olmasıydı.
Onlar devrimci gibi düşünmekle yetinmemişler ve aynı zamanda bir devrimci gibi yaşamışlardı. Onlar Lenin’in “devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz” ilkesini herkesten daha çok benimsemişler ve devrimin güncelliğine inanmışlardı.
Kitlelerle Bağları Vardı
Deniz, Mahir ve onlar gibi başka önder devrimcilerin yaşama bakış açılarını ve kendi konumlarını anlayabilmek için o kuşağın bugünkünden farklılıklarını hatırlamak gerekir. Bu kuşağın devrimcilerinin halkla, sınıfla, ideoloji ve politikayla ilişkileri son derece sıkı ve tutarlıydı. Kitlelerle organik bağları vardı ve onlardan sürekli olarak etkileniyorlardı.
Onlar, toplumu/düzeni radikal tarzda değiştirmeye çalışan çok yönlü ve öncü devrimcilerdi. Ütopyalarına sıkı sıkıya bağlıydılar. Devrim ve sosyalizm idealleri onlar için vazgeçilmezdi. Yaptıklarıyla böbürlenmeyen, kendilerin yüceltmeyen, halkın ve kitlelerin masumiyetine inanan, insana ve insan ilişkilerine dair her şeye duyarlı olan genç devrimcilerdi. Onlar dayanışmacı, paylaşımcı ve öncü olarak, kendilerini devrime adamış romantik devrimcilerdi
Deniz: “Kumandan Değil Neferim”
Deniz Gezmiş, yakalandıktan sonra İçişleri Bakanı’yla basın önündeki diyalogunda ‘Ben THKO kumandanı değil, neferiyim’ demişti. ‘Nereye gidiyordunuz?’ sorusuna da ‘Devrime…” diye yanıtlamıştı. ‘Devrim o tarafta mı?’ sorusuna da, ‘Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur, her taraftan gelir’ demişti.
Deniz, bir eylem adamıydı. Bunu her fırsatta kendisi söylerdi. Eğitim ve kültür birikimi buna uygun olmasına rağmen, “teorisyen” olmayı değil, devrimci bir “pratisyen” olmaya karar vermişti. O zamanlar gençlik içinde tartışma konusu olan devrimci yaşam ve devrimci eylemin diyalektik birliği ilişkisine özel bir önem veren ve sürekli eylem için yerinde duramayan devrimcilerdendi.
Deniz, Devrime İnanmıştı
Deniz, devrimin güncelliğine herkesten daha çok inanmıştı. Günlük yaşamının her anını devrimci bir görev olarak algılar ve ona göre davranırdı. Kısa hayatı sürekli eylem içinde geçmiş, bu yüzden polisle başı dertten kurtulamamıştı.
Türkiye’de genç bir devrimci olmak, neredeyse “genç ölmekle” özdeşleşmiştir. Deniz, tarihsel mirasın taşıyıcısı olarak bunun en iyi örneğini vermiştir.
Deniz’in Son Mektubu
Deniz’in idam sehpasındaki son sözleri ve babasına yazdığı kısa mektup devrim ve sosyalizm mücadelesi için tarihi bir manifesto niteliğindedir. Deniz bu mektubunda şöyle yazmıştı:
‘Bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum, insanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler, önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.
Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum.
Ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın, oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunda da bu olduğunu biliyordu.
Seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum…
Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum…
Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi, abimi, kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım.”
Son Sözleri
Deniz’in idam sehpasındaki son sözleri ise, sayfalar dolusu teorik ve siyasal yazıdan daha anlaşılır, daha net ve daha devrimci şiarları içeriyordu. Onun ölüm anını bekleyen oligarşinin temsilcilerinin gözlerinin içine bakarak şöyle haykırmıştı:
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizm-Leninizm!
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!
Yaşasın işçiler, köylüler!
Kahrolsun Emperyalizm!”
İdam sehpasında haykırılan bu devrimci şiarların toplumsal meşruiyet kazanmasını, Deniz’in bu tavrına borçlu olduğumuzu unutmadan, yazıyı K. Marks’ın Feuerbach Üzerine 8. Tez’i ile bitirmek istiyorum:
“Her toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemciliğe saptıran bütün giz’ler, ussal çözümlerini, insan pratiğinde ve bu pratiğin kavranmasında bulur!”
Şaban İBA