
Lenin: ‘’Proletaryanın kendisi de, mesleksel gruplar gibi, dinsel-etniksel vb. gruplar gibi kategorilere bölünmeseydi, kapitalizm, kapitalizm olmazdı.’’
Tarih reddeder ve katleder. Tarih, doğurur ve büyütür. Tarih bilimdir ve devrimcidir. Tarih bilim olduğu sürece insanlığın yalnız ve yalnız bir tarihi var: Devrimler tarihi. Devirmeyenin tarihi olmaz; ve neyin devrim neyin devrim olmadığını, son tahlilde tarih belirler. Görünen gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı yazdı Marx Kapital’de. Bilim özü bulup çıkarma işidir. Tarih, siyasal iktidarı fethetmek için diktatörlüğün en öfkeli direncini zorla kırma döneminden geçmeksizin, hiçbir ezilen sınıfın hiçbir zaman iktidara geçmediğini ve geçemeyeceğini öğretir. Dünyada ki herşey gibi, proletaryanın ve köylülüğün de bir geçmişi ve bir geleceği vardır. Cumhuriyet’in geçmişi otokrasidir, serfliktir, monarşidir geleceği proletaryanın diktatörlüğüdür.
İşçi Sınıfı
Mücadelede başarı için, bir komploya değil, bir partiye değil, ama kendi ulusumuzun işçi sınıfına yani öncü sınıfımıza ihtiyaç vardır. Ayaklanma işçi sınıfı öncülüğünde halkın devrimci atılımına dayanmalıdır. İktidarı ele geçirme olanağı, ulusun kendi toplumsal güçlerinin bileşimi ile milli demokratik devrim koşullarıyla belirlenmek durumundadır. Cumhuriyet kazanımlarını koruma uğruna verilen savaşımızda işçi sınıfından ve halktan vazgeçersek kaybetmeye mahkum oluruz. Sınıf savaşımı kaçınılmazdır, ama bir demokratik cumhuriyet içerisindedir ki, bu savaşım, halkın sosyalizm uğruna giriştiği en yaygın ve en derin savaşım haline gelir. 6 Haziran 1848 tarihli Neue Rheinische Zeitung’da ki makalesinde ‘’Ulusal kurucu bir meclis her şeyden önce devrimci yönden etkin bir meclis olmalıdır. Eskimiş hükümetlerin gerici girişimlerine karşı diktatörce davranmalıdır. Her sınıfsal savaşım siyasal savaşımdır.’’ yazar Karl Marx.
Komünizm, tarihsel olarak yalnızca sınıf mücadelesini değil, aynı zamanda halkların ulusal kurtuluş mücadelelerini de kapsayan bir dünya görüşüdür. Marksizm-Leninizm, proletaryanın sınıf çıkarlarını emperyalizme karşı mücadele eden ezilen halkların talepleriyle birleştirir. Lenin’in ve Stalin’in öncülüğünde geliştirilen bu çizgi, 20. yüzyıl boyunca Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki pek çok anti-emperyalist hareketin ideolojik zeminini oluşturmuştur.
Buna karşın, 1960’lardan itibaren gerek Batı Avrupa’daki sol akımlar arasında gerekse Sovyet sonrası dönemde türeyen post-Marksist ve sol-liberal revizyonist yaklaşımlar, millî kurtuluş mücadelelerini küçümseyen ve hatta dışlayan bir pozisyona yerleşmiştir. Bu anlayış, ulusal devrimleri sınıf dışı ve gerici olarak tanımlayarak komünist hareketin tarihsel pratiğini tahrif etmektedir.
Oysa millî mücadele, ezilen ulusların emperyalizme karşı bağımsızlık talebidir ve bu talep çoğu durumda sosyalist devrimin maddi ve siyasal zeminini hazırlar. Lenin’in deyimiyle, “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, sosyalizmin bir ilkesidir” (Lenin, 1914). Bu bağlamda, kendi ülkesinin devrimci tarihsel birikimini yok sayan, onu burjuva refleksle aşağılayan ve halk sınıflarının anti-emperyalist birleşmesini engelleyen her yaklaşım, devrim karşısında ideolojik bir bariyer oluşturur. Ancak 20. yüzyıl sonrasında türeyen revizyonist ve post-Marksist yaklaşımlar, ulusal devrimleri küçümseyerek sosyalizmin tarihsel temelini zayıflatmıştır. Bu nedenle, sosyalist hareketin yeniden devrimci bir yön kazanması, ulusal hafızayla bağ kurmasına ve halk cephesi stratejisini benimsemesine bağlıdır
Bu makale, komünizm ile millî kurtuluş arasındaki tarihsel bağı teorik ve pratik örneklerle ortaya koyarak, bu bağı inkâr eden revizyonist pozisyonları eleştirecek ve halk cephesi perspektifini yeniden inşa etmenin zorunluluğunu savunacaktır.
Lenin ve Stalin’in Millî Mesele Teorisi
Lenin, ulusal kurtuluş mücadelelerini devrimci sürecin tamamlayıcı bir halkası olarak değerlendirmiştir. Ona göre, ulusların kendi kaderini tayin hakkı sadece bir demokratik hak değil, aynı zamanda sosyalist devrimin zorunlu bir stratejik parçasıdır. Emperyalizmin dünya çapında bir sistem haline geldiği çağda, onun zayıf halkaları sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki bağımsızlık mücadeleleridir. Bu mücadelelerin desteklenmesi, yalnızca bu ülkelerin halklarına değil, aynı zamanda dünya proletaryasına hizmet eder. Lenin, bu bağlamda şu netliği sunar: “Bir halk başka bir halkı ezdiği sürece, özgürlükten söz edilemez” (Lenin, 1916).
Stalin ise millî meseleyi sosyalist devrim stratejisinin ayrılmaz bir unsuru haline getirmiştir. 1913 tarihli “Marksizm ve Millî Mesele” başlıklı eserinde, ulusal sorunların sınıf mücadelesinden ayrı düşünülemeyeceğini belirtir (Stalin, 1913). Sömürge halkların özgürlüğü, proletarya diktatörlüğünün inşası için zorunlu bir koşuldur. Ekim Devrimi sonrasında bu anlayış sosyalist devlet inşasında rehber ilke haline gelmiştir.
Lenin ve Stalin’in yaklaşımı, devrimci öncülüğün ulusal özgürlükle birleşmesini esas alır. Millî devrimler, sosyalist devrimin hem önkoşulu hem de müttefikidir. Bu çerçeve, 20. yüzyıldaki tüm anti-emperyalist halk savaşlarında yankı bulmuştur.
Mao Zedung ve Yeni Demokratik Devrim
Mao Zedung’un teorisi, millî kurtuluş mücadelesini doğrudan sosyalist devrime bağlayan stratejik bir geçiş modeli olarak tarihsel bir önem taşır. Mao’ya göre, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde sosyalizme doğrudan geçiş mümkün değildir; bu toplumlarda önce emperyalizme, feodalizme ve bürokratik kapitalizme karşı demokratik bir devrimin gerçekleştirilmesi gereklidir (Mao, 1940).
Yeni Demokratik Devrim’in temelinde geniş bir halk ittifakı yatar: işçiler, köylüler, küçük burjuvazi ve millî burjuvazi bu blokta geçici olarak birleşebilir. Ancak bu ittifakın öncüsü proletarya ve onun partisi olmalıdır. Mao’nun devrim stratejisi, kırlardan kentlere doğru ilerleyen halk savaşı modeline dayanır. Bu yöntem, yalnızca askerî bir strateji değil, aynı zamanda halk kitlelerinin siyasal olarak eğitilmesi ve devrime hazırlanması sürecidir.
Mao, millî kurtuluşu sosyalist dönüşümden ayırmaz. Ona göre, millî bağımsızlık kazanılsa bile bu, sınıfsal tahakküm devam ettiği sürece eksik bir kurtuluştur. Bu yüzden millî devrimler ancak sosyalist inşaya yöneldiğinde tamamlanmış sayılabilir. Mao’nun bu yaklaşımı, Vietnam, Kore, Küba ve daha birçok halk savaşına teorik ilham vermiştir. Aynı zamanda, komünizmi yalnızca sınıf mücadelesi değil, halkların kolektif kurtuluşu olarak gören bütüncül bir enternasyonalizme kapı aralamıştır.
Kemalist Devrim ve Sosyalizmin Önkoşulları
Tanzimat’tan Cumhuriyet devrimine uzanan modernleşme süreci, Osmanlı’nın adem-i merkeziyetçi çöküşüne karşı geliştirilen merkeziyetçi ve laik bir ulus-devlet projesiyle taçlandı. Kemalist devrim, halkı ümmetten millete, kuldan yurttaşa dönüştürmeyi hedefleyerek, sosyalizmin ön şartı olan yurttaşlık bilincini kurumsallaştırdı. Kemalist devrim, sosyalist olmamakla birlikte sosyalizmin toplumsal altyapısını kurmuş, Mahmut Esat Bozkurt’un tanımıyla kemalist devrim, “devletin halkla yeniden kurulmasıydı”. Lenin, Stalin ve Mao’nun devrim stratejileri, millî kurtuluşu sosyalist geleceğin ayrılmaz parçası olarak tanımlar. Bu nedenle, halk cephesi stratejisi, hem tarihsel sürekliliği hem de sınıf temelli birleşmeyi sağlayan tek yoldur.
Revizyonist Tezlerin Kökeni ve Millî Demokratik Devrimin Günümüzdeki Gerekliliği
Revizyonist tezler, özellikle II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, Batı Avrupa’daki reformist Marksist çizginin etkisiyle gelişmiş ve millî kurtuluş mücadelelerini geri ve burjuva karakterli olarak damgalamıştır. Bu anlayış, sosyalizmin yalnızca sanayileşmiş metropollerde olgunlaşabileceği varsayımına dayanır. Oysa tarihsel gerçeklik, emperyalizmin çevre ülkelerde yarattığı bağımlılık ilişkilerinin, halkların devrimci patlamalarına neden olduğunu açıkça göstermektedir.
Millî Demokratik Devrim (MDD) teorisi, tam da bu noktada güncelliğini korumaktadır. Bugün emperyalizm, yalnızca askerî işgallerle değil; finansal bağımlılık, borçlandırma, kültürel hegemonya ve teknolojik denetim yoluyla da halkları tahakküm altında tutmaktadır (Amin, 2007). Gelişmekte olan ülkelerde, bu bağımlılığın kırılması için öncelikli görev, ulusal egemenliği yeniden inşa etmektir.
Millî kurtuluş hareketinin başarıya ulaşması için iki temel ilke öne çıkar: Proletaryanın devrimci önderliği ve geniş bir anti-emperyalist birleşik cephenin inşası. Bu cephe yalnızca işçilerden değil, köylülerden, gençlikten, emekçi aydınlardan ve ezilen ulusal topluluklardan oluşmalıdır.
Mao’nun 1940 tarihli “Yeni Demokratik Devrim” metni, sömürge ülkeler için bir ara strateji sunar. Sosyalizme doğru geçiş, ancak emperyalizme, feodalizme ve komprador burjuvaziye karşı verilen bir halk savaşı ile mümkün olabilir (Mao, 1940). Bu modelde, proletarya öncülüğünde geniş bir halk ittifakı esastır.
Marksist-Leninist gelenek, millî devrimin yalnızca tarihsel bir zorunluluk değil, aynı zamanda halk sınıflarının birliğini sağlayan devrimci bir biçim olarak ele alır. Stalin’in ifadesiyle: “Bağımsızlık gökten zembille inmez… Emperyalizmin işgali altında kalan unsurların görevi, millî birleşik cephe yaratmaktır” (Stalin, 1924). Bu tarihsel mücadele hattı, bugün hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Batı Avrupa kaynaklı post-Marksist yaklaşımlar, devrim tarihini yalnızca sınıf eksenli okumaya çalışarak, ezilen halkların tarihsel mücadelelerini göz ardı etmektedir. Oysa Samir Amin’in belirttiği gibi, emperyalizm salt iktisadi bir tahakküm değil; aynı zamanda kültürel, ideolojik ve siyasaldır. Şu anda dahi IMF, NATO, dijital gözetim, borç tuzağı gibi yapılar bu sümurgeci ilişkileri yeniden üretmektedir.
Ulusal Kurtuluş ve Sosyalizmin Tarihsel Bütünlüğü
Tarihsel deneyim ve teorik analizler göstermektedir ki, millî kurtuluş mücadelelerini dışlayan, küçümseyen ve onları sosyalist devrimle ilişkilendirmeyen her yaklaşım, kaçınılmaz biçimde emperyalist ideolojilere teslim olmaktadır. Lenin, Stalin ve Mao’nun çizgisi; anti-emperyalist cepheyi, sosyalizmin inşasına giden zorunlu bir geçiş halkası olarak tanımlar.
Bugün dahi emperyalist tahakküm; borç mekanizmaları, kültürel hegemonya, dijital denetim ve bölgesel parçalama politikalarıyla sürmektedir. Bu koşullar altında millî demokratik devrim, yalnızca tarihsel bir teori değil, güncel bir zorunluluktur. Anti-emperyalist halk cephesinin inşası ve proletarya önderliğinin yeniden tesisi, hem ulusal bağımsızlık hem de sosyalist geleceğin vazgeçilmez koşuludur.
Lenin, Stalin ve Mao’nun çizgisi; millî kurtuluşu sosyalizmin zorunlu bir halkası olarak tanımlar. Emperyalist tahakkümün sürdüğü günümüz dünyasında, halk cephesi stratejisi, ulusal egemenlik ve sosyalist gelecek için tek çıkış yoludur. Gerçek Marksist-Leninistler, kendi ulusal devrimci miraslarını sahiplenerek, halk cephesinin inşasında aktif bir özne olmalıdır.
Komünizm, dünya halklarının kolektif kurtuluşunun adıdır. Bu kurtuluş, ancak halkların kendi tarihsel birikimlerine ve mücadelelerine sahip çıkmasıyla mümkündür. Bu nedenle, her gerçek Marksist-Leninist, kendi ülkesinin devrimci mirasını sahiplenmeli, onu ileri taşımalı ve emperyalizme karşı halk cephesinin teorik-pratik inşasında aktif bir özne haline gelmelidir.
Lenin’in ve Mao’nun halk cephesi stratejisi, yalnızca tarihsel değil, aynı zamanda günümüz sınıf mücadeleleri açısından da geçerliliğini korumaktadır. Türkiye bağlamında bu strateji, emperyalizmin neoliberal tahakkümüne, Batı merkezli kültürel hegemonyaya ve sermaye-devlet ittifakına karşı halkın geniş kesimlerini – işçileri, köylüleri, küçük üreticileri, emekçileri, gençliği ve yurtsever aydınları – bir araya getirmeyi hedefleyen devrimci bir yol haritasıdır.
Halk cephesinin ideolojik harcı, ulusal bağımsızlık ve sınıfsal kurtuluş olmalıdır. NATO karşıtlığı, IMF ve AB dayatmalarına direnç, ekonomik bağımsızlık hedefi, bu programın temel taşlarıdır.
Post-Marksist ve Revizyonist Tezlerle Diyalog
Günümüz sol düşüncesinde yaygınlaşan post-Marksist teoriler – özellikle Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’un “radikal demokrasi” yaklaşımı – sınıf mücadelesi yerine söylem analizine ve kimlik siyasetine ağırlık vererek, millî kurtuluş mücadelelerinin ve sosyalizmin tarihsel programını tahrif etmektedir.
Eleştirilen Temel Argümanlar ve Yanıtlar:
Hegemonya’nın Yeniden Tanımı:
- Laclau & Mouffe: Hegemonya, artık sınıfsal olmayan çoklu taleplerin söylemsel düzeyde birleşmesiyle oluşur.
- Yanıt: Bu yaklaşım, sınıflar arası çelişkileri flulaştırarak, devrimci özneyi dağıtır. Oysa Lenin’in hegemonya kavramı, proletaryanın diğer ezilen sınıfları ideolojik ve politik olarak kazanmasını hedefler. Tarihsel olarak bu, devrimci halk cephesi içinde mümkündür.
- Millî Kimliğin Eleştirisi:
- Postkolonyal Teori: Millî kurtuluş mücadeleleri “milliyetçi” ve “modernist” olarak yaftalanarak, evrenselci bir eleştiriye tabi tutulur.
- Yanıt: Bu eleştiri, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesini reddederek, fiilen Batı’nın tarihsel çıkarlarıyla örtüşür. Mao’nun dediği gibi, “millî kurtuluş yoksa sınıf kurtuluşu da yoktur.”
- Devlet ve İktidarın Reddi:
- Post-Marksist Eğilim: Devlet, iktidar, sınıf gibi kavramlar yerine çokluk, ağlar ve yerel direnişler önerilir.
- Yanıt: Yerel direnişler önemlidir, ancak merkezi bir iktidar perspektifi olmaksızın devrim olanaksızdır. Komünist hareket, iktidar perspektifini terk edemez.
Enternasyonalizm, Ulusal Bağımsızlık Mücadelelerinin Toplamıdır
Marksizm’in kurucu kadroları olan Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Mao, enternasyonalizmi hiçbir zaman ulusal gerçekliğin inkârı olarak görmemişlerdir. Aksine:
- Her ulusun kendi özgül tarihine, kendi sınıf çelişkilerine ve özgün kurtuluş biçimlerine sahip olduğunu kabul etmişlerdir.
- Enternasyonalizmi, her halkın kendi emperyalizme karşı devrimci savaşını vererek diğer halklarla omuz omuza gelmesi biçiminde tanımlamışlardır.
- Yani enternasyonalizm, devrimci ulusların karşılıklı dayanışmasıdır; ulusları eritmek değil, onların devrimci özgüllüklerini tanımaktır.
Lenin’in şu sözü bu konuda anahtardır:
“Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, yalnızca teorik bir ilke değil, proleter enternasyonalizmin temelidir.”
Halk Cephesi Stratejisi: Enternasyonalizmin Somut Biçimi
1930’larda Komintern tarafından geliştirilen halk cephesi stratejisi, tam da bu gerçekliğe dayanır:
- Enternasyonalizm, işçi sınıfının tek başına bütün halkları sürükleyerek değil, anti-emperyalist sınıf ve katmanlarla ittifak kurarak zafere ulaşabilir.
- Bu ittifak, milli burjuvazinin ilerici kanatlarını, köylülüğü, aydınları ve küçük üreticileri de içine alabilir.
- Burada belirleyici olan, ulusal kurtuluşu ve emperyalizme karşı mücadeleyi merkeze alan işçi sınıfının ideolojisi öncülüğünde bir siyasi cephe kurmaktır.
Dolayısıyla, halk cephesiyle kurulan anti-emperyalist mücadele, sadece ulusal değil, enternasyonal bir görevdir.
Mao Zedung’un sözleriyle:
“Kendi ülkesinde emperyalizme karşı mücadele veren her halk, dünya halklarının davasına hizmet eder.”
Ulusal Tarihe Sahip Çıkmak: Enternasyonalizmin Şartıdır
Bir halk, kendi tarihine, kültürüne, devrimci geleneklerine sahip çıkmadan ne devrim yapabilir, ne de başka halklarla dayanışma kurabilir. Çünkü:
- Tarihini faşizm diye yaftalayan bir sol, halkına önderlik edemez.
- Kendi devrimci birikimini reddeden bir sosyalist, başka halklara da yabancılaşır.
- Enternasyonal dayanışma, tarih bilincine dayalı halkçı bir özgüvenle kurulabilir.
Stalin’in şu belirlemesi bu noktayı berraklaştırır:
“Ulusal kültür, işçi sınıfının ideolojik kılavuzluğunda yeniden inşa edilmeli ve enternasyonal proletaryanın mücadelesiyle birleşmelidir.”
Ulusların tarihine sahip çıkarak, işçi sınıfı öncülüğünde halk cephesi kurmak — enternasyonalizmin sözde değil, gerçek biçimidir.
Bu, Marksizmin kurucularının yoludur; Lenin’in, Stalin’in, Mao’nun ve devrimci enternasyonalizmdir.
Kaynakça
Amin, S. (2007). Liberal Virüs. İstanbul: Yordam Kitap.
Lenin, V. I. (1914). Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı Üzerine.
Lenin, V. I. (1916). Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması.
Mao Zedong. (1940). Yeni Demokratik Devrim Üzerine. Seçme Eserler, Cilt II.
Stalin, J. V. (1913). Marksizm ve Millî Mesele.
Stalin, J. V. (1924). Leninizmin İlkeleri.