Kendimize Gelelim: Ya Birleşmek Ya Ölüm
İki GERÇEKLİĞİMİZ her gün iki tokat gibi suratımıza vuruluyor. Önce, şu iki birbirinden hem uzak, hem içiçe olayı en görmek istemeyen göze batıralım:
1969 Şubatının 16’ncı günü en vurdum duymaz gazeteler bildiriyor: KANLI PAZAR!
1969 Şubatının 17’nci günü TRT yayınlarından dinliyoruz: “AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ YUNANİSTAN’DAKİ ASKERİ DARBEDEN SONRA KESTİĞİ ASKERİ YARDIMA YENİDEN BAŞLADI!”
Bu iki olay bize neyi gösteriyor?
Biri Türkiye’de, ötekisi Yunanistan’da imiş gibi gözüken her iki olay: ucu Washington’da dövülen aynı zincirin iki halkasıdır! Pasif tesadüflerle değil, en domuzuna hesaplarla en az 20 yıldan beri Türk milletinin ve Türkiye müslümanlığının boynuna dolatılan her zerresi bin bir casus teşkilâtının AKTİF plânlayışıyla hazırlanmış lânet zinciridir bu.
Bakın ne denli kolay, açık, rahat çalışıyor Emperyalizm:
Çağrılmayan, ama git de dedirtmeyen Amerikan 6’ncı Filosu, Mütareke yılları dehşet saldığı Türkiye karasularına müslüman kadınlarıyla gâvur Amerikalıyı göbek havasında çiftleştirmek perdesi altında SÖMÜRGE cümbüşü yapmak üzere sokuluyor.
Her gün, büyük şehirlerimizde, Sağlı, Sollu dudak bükmeyle uzaktan seyredilen masum veya münafık gösteriler, ansızın değişiyor.
Rus gömlekleri takınmış Ergenekon Arslanları, yahut mızraklarının ucuna Kuran-ı Kerim takan Yezit askerleri gibi tekbir getiren sözde müslüman aylıklı gangster bozmaları: Amerikan hava kuvvetleri indirimlerinin, Amerikan zırhlılarında İstanbul Belediye Başkanını sarmaş dolaş eden helikopterlerin “NEZARETİ ARDINDA”, müslüman İşçi-Gençliğine, müslüman İşçi-Gençliği “KANLI PAZAR” oynuyor.
Ve ertesi gün, Amerikan emperyalizmi, Yunanistan’da, Amerikan casus teşkilâtı CIA eliyle hazırlayıp, Türkiye’ye örnek gösterdiği en rezil Cunta kukla askerlerine: sanki o zamana dek sahiden “KESMİŞ” gibi, tanklar, gemiler, füzelerden süslü oyuncaklar sunduğunu bütün dünya radyoları ile yayarak “Kanlı Pazar” la ürküttüğü veya ürkütemediği masum veya münafık çocukları hem imrendiriyor, hem tehdit ediyor.
Finans-Kapital bu. Aynı Kıbrıs’tan neler, ne maydanozlu köfteler çıkartmaz ki? Dün Derviş Vahdeti, bugün Alpaslan Türkeş veya Saidi Nursi. Dün “31 MART VAKASI”, bugün “KANLI PAZAR”! Emperyalizmin cebinde her gün çıtırdattığı çerezleridir.
Bunu hâlâ anlamıyor muyuz, anlamayacak mıyız?
Tedaviye kalkmadan önce, teşhiste yanılmayalım.
Kulsan, Yüzde Yüz Herşeyini Teslim Edeceksin
Olanlar, evrensel yabancı Finans-Kapitalin, küçük kapitalist uydularındaki yerli Finans-Kapital şubelerince her saat başı oynattığı oyundur. Yunanistan’da “KASABİKO”, Türkiye’de “Kılıç-Kalkan”, yahut “MEHTER TAKIMI” Komando. Bunlar “AŞIRI” değişiklikler değil. Bit tek rejisörün elinden (Pentagon-CIA madalyalı Wall-Street’ten) aynı saatte, aynı masada kotarılıp sahneye konmuşturlar.
Ara sıra, kartlar eskidikçe, aktörler yenileştirilir.
Amerikan dolarının şakası yoktur.
Kulsan, yüzde yüz herşeyini teslim edeceksin.
Menderes, Kruşçef’u Ankara’ya çağırıp, kendisi Moskova’ya gitme cilvesine kalkar kalkmaz, on onbeş gün geçmedi, bir gece yarısı, adam kaçacak yer bulamadı. Ve İstanbul vâlisi olacak, aziz ahbabı Amerikan Albayı casusun: o gece kendisine Yeşilköy’de geceyarısı için verdiği randevusuna, böyle sâdık bir adamken, nasıl olup ta gelmediğine hâlâ şaşar durur!
Urfa kebabı kadar “Meşhur” Koalisyon Hükümeti günleriydi. Türk ordusunun, Amerikan Başkumandanından izin almaksızın kılını kıpırdatamıyacağı, Kıbrıs dolayısıyla, Türkiye Başbakanına resmi özel kırmızı balmumu ile bildirilmişti. Washington’a giden İnönü’ye Conson, filmini gösterdi, saray bahçesine inerlerken. Amerikan casus uçakları, Türkiye Başbakanının helâya gidişini bile tâ yukarılardan dakikasında fotoğraflayıp dosyasına geçiriyorlardı.
Uslu “Ağır işitken Sultan” ımız, avucu içine konulan filmli hakikate: “Ya öyle mi?” diyesi oldu. Amerikan casus generali Ankara’ya damladı. İnönü’nün yerine, – İnönü’nün deyimiyle, – “BİR BAŞKA BAŞKAN” aradı. Başı en allerjisi huylu Bölükbaşı çekerek, bütün “MUHALEFET” o saat, “Rokenrol” temposunda alaturka halay çekmeye girişti ve CHP’yi “yumuşak alt karnından” vurdu, İktidardan düşürdü.
Ve Türkiye Finans-Kapitalinin “SÜNBÜL BEBEK TOHUMU” AP’nin başına, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin başına kimi getirdi? Artık hiç değilse onu bilmeyen yok. Mühendis çıkar çıkmaz Amerika’da uzman, Türkiye’ye döner dönmez Bayar’ın “Bizim” dediği Sular İdaresinde “Barajlar Kralı”, AP’de “zuhur” eder etmez milyarderler Amerikası’nın tekin şirketinde seçkin, İnönü tekerlenir tekerlenmez “TOPLUM POLİSÇİ”, tabancadan “TOPLU” başbakanı Demirel.
Öyle geliyor ki O bile bir pazarlığa itiliyor. AP oy davarları sürüsünü yemlemeye mecbur.
Kıbrıs “Tükenmez” inde Yunan Cuntası utanmazlığı, Karaağaç istasyonunda alay etmişti. Hem üç beş ekonomik çıkar sağlamak, hem Cunta şımarıklığına denge bağlamak zoruyla, Demirel Sovyetlerle Menderes’inkinden çok daha esnek, köstek selâm sabaha başlar başlamaz.. “Selâmün aleyküm Kıbrıs başbuğlu Derviş Vahdeti Komandoları!” Ve Aleykümüsselâm: Allahü Ekber’li Komünizm düşmanı “CİHAD”ı âzâm!” Ve “Pan-Turalizm”mi kanun üstündedir, kanun mu “Pan-Turalizm”in altında? Neden “kurtarmayalım” Altaylardaki Kan kardeşlerimizi? Kaka Kaoki’lerden, kötü Van Tiyö’lerden aşağı mı kalacağız?
Evet.
Lütfen kendi omuzlarımız üstündeki kafalarımızı kulaklarımıza dek örten külâhlarımızı azıcık önümüze koyarak DAVRANIRKEN DÜŞÜNMEYE alışalım.
Düşünülecek şeyse, atla deve değil. Azıcık tarih okumayı anlayanlar yaşlı olmasalar da görebilirler.
Şunu, her türlü çırk ve çepelden abdest alıp iki külhuvallah bir elham okuyup, bütün yüreğimizin “ihlâsı” ile “ikrar” edelim: 1800 yılındanberi, BİNSEKİZYÜZ YILINDANBERİ TÜRKİYE’Yİ TÜRKİYE İDARE ETMİYOR.
Yalnız Türkiye mi?
Hiç bir bir milleti “kendisi” idare etmiyor. Her milleti yaratan “KAPİTALİZM” güdüyor. Kapitalizm denilen ejderhanın dizginleri: 19’uncu yüzyılda İngiliz’in elindeydi. 20’inci yüzyılda AMERİKAN eline geçti.
Kapitalizme canını, malını, ırzını, namusunu teslim eden hiçbir ülkeyi, kendi içinden, başına buyruk hiç kimse yönetemez.
O “Batı uygarlığı” idi, “Özel teşebbüs” idi, “Kamu yararı” idi, “Sosyal devletçilik” idi, “Bazımsızlık” idi, “Özgürlük Özerklik” ti, “Kişiliklik-Pişiliklik”ti.. hepsi Finans-Kapital sofrasında meze.
Daha som gerçek ortada. Bugün hiç bir kapitalist ülke, Uluslararası Finans-Kapitalin Ağababası Amerikan (PARA-CASUS-ORDU) Üçüzü dışında gık diyemez. Siz bir kapitalist ülkeyi falan yaldızlı Başbuğ, yahut filân kılına dokunulmaz Meclis mi yeder sanırsınız.
Aldanırsınız.
İnsanlığın önünde iki rahmetten biri var: ya bile bilesiye, tüm bilinçli, kıyasıya, öldüresiye ve ölesiye MİLLİ KURTULUŞ SAVAŞI göze alınır; yahut sürünesiye, sömürdülesiye, çürüyesiye, gebresiye kullaşılır, köleleşilir. Bunu anlamak için, sonraki “ÜÇÜNCÜ DÜNYA” palavralarınca maval dinlememize hacet yoktu.
Yarım yüzyıllık Mustafa Kemal denemesi, herşeyi, bütün trajik ve komik yanlarıyla ıspatlamış bulunuyor: ya KURTULUŞ SAVAŞI; ya en soysuzca KÖLELEŞMENİN MEZARTAŞI!
“KANLI PAZAR” ın sıcak, genç Türk ve müslüman kanıyla bize ateş renkli ölümü uzatarak bir yol daha öğrettiği BİRİNCİ DERS budur.
Gelelim İKİNCİ DERSE, “Devrimci” gevezelikler yeter!
“Mustafa Kemal Yürüyüşü”… güzel şeydir. Yürümesini bilirsen. Başını ayak, ayağını baş ederek, yusyuvarlak tekerlenmeyi “yürüyüş” sanmazsan.
30 bin müslümanı Beyazıt’tan Taksim Opera yapısına dek kuzu kuzu götürmek çok hoşa gidebilir. Ama, Taksim Parkında çöreklenmiş üçbuçuk Finans-Kapital gangsterinin ekmeğine yağ sürerce, Toplum Polisinin bilmeyerek âlet edildiği hinoğluhince tuzağa baştankara düşürtmek: 6’ncı Filo helikopterinin gökte yellenen kahkahası altında, 3 bin kişi önünde 30 bin kişinin it dalamış keçiye döndürülmesi ne güzel şeydir, ne hoşa gider.
Cumhuriyeti “ilelebed” Türk Gençliğine emanet eden Mustafa Kemal böyle mi yürüdüydü?
Kendimize gelelim.
Sürüyle martavallara karınlar tok olsun artık. Tarih yapmayı, şiir yazmakla, roman okumakla karıştırmak yetti, arttı. Her adım atışımızda şunu unutmayalım: biricik olumlu geleneğin, Cumhuriyetin emanet edildiği kuşağız; koca bir Türk ve müslüman milletin alınyazısını taşıyoruz; ve hiç şakası olmayan en balta girmemiş Finans-Kapital ormanının cöngül kanunları içindeyiz. Daha ciddi, daha samimi, daha uyanık olalım.
MUSTAFA KEMAL: “Hepsi kalpak, golf biçimi elbiseler, golf pantolon yün çorap” giymiş ne fazla, ne eksik 12 arkadaşıyla 25 Mayıs 1919 sabahı o çakaralmaz Seferberlik artığı tek otomobile ve yaylılara binip: “Dağ başını duman almış – Gümüş dere durmaz akar” marşıyla Samsun’dan yola çıkar çıkmaz, Yunan İzmir’den denize dökülüverdi mi sanıyoruz, Paşanın heybetinden?. . Finans-Kapital hep öyle yeşil masallar uydurarak en som Devrimci davranışları insanüstü, bulutlar ötesinde yitirmek ister.
KANLI PAZAR zehiri içilirken, Mustafa Kemal Yürüyüşü dolayısı ile bir yol daha suyun yüzüne çıkan kimi doğruları tekrar edelim.
Objektif Güçler bakımından gerçek Mustafa Kemal Yürüyüşünün 2 genel karakterini analım:
1.- MUSTAFA KEMAL, Anadolu’ya geçmeden, Yakındoğu’nun en yavuz, hattâ zafer kazanmış silâhlı gücü (iki Orduyu bir araya getiren) III. Ordu gibi, merkezi Konya’da bulunan II. Ordu da, fiilen Kurtuluş savaşına girişmişlerdi. İstanbul’da sayılan 1’inci Ordunun başlıca kolorduları Anadolu’ya geçirilmişlerdi. Mustafa Kemal Anadolu’ya ayak basarken, Hamidiye kahramanı Rauf Bey, Ege bölgesini tarayıp “Teşkilât’ı Mahsusa”nın (gizli askercil örgütün) en gözü pek (Çerkes Etem, Reşit gibi) elemanlarını harekete geçirmiş; ilk Kuvayı Milliyeci ateşi ağalara, sonra Yunanlı dış düşmana karşı açılmıştı.
Demek Kurtuluş Savaşında her şey, bütün ülkenin gizli, açık gerçek güçlerini bir merkezde örgütlemekle yürüdü. Şimdiki Mustafa Kemal Yürüyüşünü örgütleyenler, tüm Türkiye’nin benzer örgütlerini birleştirmek şöyle dursun, bir öğrenci ve bir sendika örgütü dışında, başka hiçbir kardeş örgütün katılmaması prensibinde direndiler… Sebep? “Bu işin sorumluluğu” yahut “şerefi” o iki örgüt dışına kaçmasın: Sizin dükkân mı daha çok iş yapacak, bizim dükkân mı? esnaflığı. Faşizme meydan boş kalsın. Dünya bizim elimizde batsın.
Böyle Mustafa Kemal Yürüyüşü olmaz.
2.- MUSTAFA KEMAL, ordu örgütünün haber alma sinirleri işlemezse, herşeyin felce uğrayacağını biliyordu. Batum’dan Edirne’ye dek, Türkiye’nin bütün ordu ve birlik komutanları, yıldırım telgrafları şifresiyle, birbirlerini uçan kuştan haberlendiriyorlardı. Anadolu’ya kafa tutan İstanbul hükümetinin içinde, gerçek güç ordunun Savunma Bakanları ve Genelkurmay Başkanları, Mustafa Kemal’e özel şifrelerle bağlıydılar. Bu derinliğine ve genişliğine haber alma örgütü, dostun, düşmanın yatak odasında geçenleri bile, ne sultanın, ne işgalci düşmanın ruhu duymadan, Kurtuluş hareketine dakikası dakikasına iletiyordu.
Mustafa Kemal Yürüyüşüne istenmedikleri halde candan katılanlar, daha Beyazıt Meydanında, faşistlerin suikast hazırlıklarını öğrenip bildirdiler. Ona rağmen, Teknik Üniversite önüne, yâni faşist gangsterlerle burun buruna geldikleri zaman bile, savunmak isteyen halkın elini kolunu bağladılar. Zaferi içmeden sarhoş oldular. En basit meşru nefis müdafaasından yoksul bırakılan yığınlar, yüzde yüz bozguna kan ve gözyaşı içinde salındı.
Böyle Mustafa Kemal Yürüyüşü olmaz.
Sübjektif Kişiler bakımından Mustafa Kemal Yürüyüşünün 2 özel karakterini de anmadan geçmeyelim.
1- MUSTAFA KEMAL gençti. 38 yaşında “üzerinde Ordu Müfettişliği üniforması” vardı. Cebinde Halife’nin saydığı 30 bin altından milyon kez değerde, Türkiye’nin sivil-asker bütün güçlerine Padişahınkinden üstün ve kayıtsız şartsız emir verme yetkisi yazılıca bulunuyordu.
Ancak, Mustafa Kemal ne o üniformanın, ne bu altın yetkinin ürünü olmadı. O, kişi olarak, emperyalizmin genel bunalımlar çağında Türkiye’de patlamış hemen bütün ayaklanmalara, isyanlara, gizli ihtilâl kuruluşlarına, açık çete ve meydan savaşlarına gözünü kırpmadan katılmış adamdı. Yıldırım Orduları Kumandanlığına dek yüzlerce ateş ve bozgun çemberinde denenerek bilgi ve karakter sınavları vermişti. Bu nedenle, her biri savaşta rütbe almış nice Paşalar, Mustafa Kemal’e güvençle ve bilinçle öncülük hakkını ve görevini tanımışlar, seve seve disiplinle itaat etmişlerdi.
Mustafa Kemal Yürüyüşü ve benzerleri, ancak öyle şefler içindir.
“Yürüyüş” örgütçüleri, öyle uzun çıraklık savaşında, ateşler ve bozgunlar içinde sınav vermiş olmayabilirler. Bundan ötürü hiçbirisi yadırganamaz. Hiç değilse gençlerin hepsi, çok saygı ve sevgi değer… dünkü çocuklardır. Ne var ki, sosyal ateşe ve bozguna uğramışları sırf yandıkları ve yenildikleri için taşımakla üniforma ve yetki sağlanacağına inanmış kişilerin yanılmazlığını tapınç konusu sanmak: tecrübeyi, bilgiyi ve bilinci, bir Maşrık’ı Âzâmın mürit ağzına tükürüğü yerine geçirmektir.
Böyle “Mustafa Kemallerle yürüyüş nereye varır?
2- MUSTAFA KEMAL ““rakıybi” Enver Paşayı Anadolu’ya sokmadı. Kimi hüdayınâbit [kendi kendine yetişen] ve anadan doğma “Maşrıkıâzâmlar” da, diyelim beğenmediklerini kendi mâlikânelerine sokmıyabilirler. Yalnız “Eski” Paşa Enver’in “Teşkilat’ı Mahsusa”sından yararlanamanazlık edilmedi. Kurtuluş Savaşına en ufak ilgi gösteren İttihatçı olsun, İtilâfçı olsun ayrıt yapılmadı. Türkiye’nin “Eski”, “Yeni” bütün düşünce ve davranış insanlarını Mustafa Kemal her aşamada ciddiyetle çevresinde toplamaktan ürkmedi. Ve Kurtuluş Savaşının en yanardağlı ortamında, Büyük Millet Meclisini inanılmaz Demokratik bir devrim güdümüyle zenginleştirip güçlendirmeyi bildi.
Bir Tek İnsan Yaşadıkça…
Mustafa Kemal Yürüyüşünü bir imtiyaz sananlar, “Yeni”nin, “Eski”yi domuz görmekte haklı bulunduğu teziyle, bir türlü “Eskiler” fobisinden silkinemediler. O zaman İkinci Milli Kurtuluş savaşında Polis korkusu, AP’nin Allah korkusunu sömürüşüne döndü.
Böyle “Mustafa Kemal”lerle yürüyüş nereye varır?
Sakın yanlış anlaşılmasın.
Mustafa Kemal Yürüyüşü yapılmamalıydı, değil. Mustafa Kemal gibi yapılmalıydı. “Biz kimiz ki Mustafa Kemal gibi olalım” denemez. Mustafa Kemal değilsen, onun Yürüyüşüne de kalkışma. Her adımının kutsal Kurtuluş Savaşına giriş olduğuna inanmayanın bu yolda işi ne?
Ancak aşağılık cinayeti Pop Gaponlar da hazırlamış olsa, sonunda millete sırtlan yüzünü gösteren Finans-Kapital pişman olacaktır.
Yaşayışı durdurabiliyorlar mı?
Bir tek insan yaşadıkça: Kurtuluş Savaşı yürüyecektir.
Hikmet KIVILCIMLI
Kaynak: Türk Solu Dergisi, Sayı: 67, 25 Şubat 1969