Tüneli Nasıl Kazdılar?
“Tünel kazacağız. Bize betonu eritecek kimyasalla keser lazım.”
Kartal Maltepe Cezaevinden kaçış kararı artık kesindi.
Cihan Alptekin, koğuşun alışveriş işlerinin sorumlusu olan, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Aydın Engin’i tenha bir noktaya çekip bunu söyledi.
Koğuşun alışveriş listesine belli aralıklarla kezzap ve tuz ruhu yazılmaya başlandı. Bir şekilde tedarik edildi. Keser de gerekliydi, portakal sandıklarından kütüphane yapacaklarını söylediler, keser verilmedi ama artık bir çekiçleri vardı.
Kazı başladığında çok ses çıkacaktı. Bu soruna da çözüm bulundu. Tüm koğuş hep bir ağızdan türkü söyleyip gürültü çıkardı. Türküler esnasında beton kırılabildi. Toprağı kazmaya başladılar, çıkan toprağı dolaplarına attılar, döşeklerinin içine doldurdular, heykel bile yaptılar. Tünelin aydınlatılması için kablo çektiler.
Tünel THKO’luların fikriydi ancak THKP-C’liler de dahil oldu. Hedef, artık idama giden yolda Denizleri kurtaracak bir eylemi hayata geçirmekti. O sırada Mahir Çayan, Selimiye Cezaevindeydi. Ortak savunma yazılacağı için bir arada olmaları gerektiğini söyleyip Mahir’in Maltepe’ye gelmesini sağladılar.
Cezaevinden Kaçış
Tünel hazır olduğunda artık harekete geçme vakti de gelmişti. İki kez denendi, firar gerçekleşmedi. Cezaevinde 24 saatlik bir direniş başladı. Bu direniş, firar edeceklere zaman kazandırmak içindi. Üçüncü denemede, 29 Kasım 1971’de Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ulaş Bardakçı, Ömer Ayna ve Ziya Yılmaz kaçmayı başardı. Bu tünel, Denizleri kurtarmak için bir mücadeleye ama sonunda ölüme varacaktı.
Mahirlerin firarı Türkiye’de deprem etkisi yarattı.
Dönemin Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün derhal cezaevine gitti, “Tüneli görelim tüneli” dedi. Gördüğünde yaşadığı şoku gizleyemedi:
“Adamlar tünel değil metro kazmış.”
Kolluk kuvvetleri derhal önlemler aldı, İstanbul’da kuş uçurtulmayacaktı. İlk iş havaalanlarında olağanüstü tedbirler alındı. Firarilerin yurt dışına kaçabileceğini düşünüyorlardı. Ama onlar kalıp mücadele etmeyi ve ölümü göze almıştı.
Yurtdışına Neden Gitmediler?
Mahir’in firarının ardından bir önder olarak yurt dışına gitmesini önerenler oldu. Bunu teklif edenlerden biri Oğuzhan Müftüoğlu’ydu. Müftüoğlu o süreci şöyle anlatacaktı:
“O koşullarda Denizleri kurtarmak için yapılacak bir eylemin başarıya ulaşma şansı çok azdı ve bu arada onları kaybetme ihtimali çok daha fazlaydı. Denizleri bırakarak gitmek istemediler. Yapılacak ne varsa kalanların yapması önerisini de kabul etmediler.”
Sadece Müftüoğlu değil, Necmi Demir de benzer şeyleri anlatacaktı:
“Denizlerin idam edilmeleri söz konusuyken, Mahirlerin yurt dışına çıkamayacaklarını kısa sürede anladık. Umutsuz bir kurtarma girişimi olacağını etimizde kemiğimizde hissediyorduk.”
Türkiye’de adeta bir sürek avı başladı. Başka bir yazıda daha detaylı anlatırız, 19 Şubat’ta düzenlenen operasyonda Ziya Yılmaz yaralandı ve yakalandı. Ulaş Bardakçı öldürüldü. Mahir’in firarı ise sürdü.
Tüm Türkiye’de aramalar sürerken 26 Mart günü Çayan ve arkadaşlarının bir eylemi dört bir yanda yankılandı. Mahir Çayan, Ömer Ayna ve Cihan Alptekin, Ünye Radar Üssünü basmış, ikisi İngiliz biri Kanadalı üç teknisyeni kaçırmıştı. Derhal bir bildiri yayımladılar.
Mahirlerin Talepleri Neydi?
Bildiride taleplerini sıraladılar:
“1) İnfazlar derhal duracak. 2) Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacaktır. 3) En çok 48 saat içinde bu konuda Türkiye radyolarında infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.”
Ünye’de yer yerinden oynadı, adeta kırmızı alarm verildi. Gözaltılar birbiri ardına geldi.
Mahirler için yol Kızıldere köyüne çıkıyordu. Bir çoban onlara rehberlik etti. Orada güvende olmayacaklarını biliyorlardı ancak kısa bir süre de olsa saklanabileceklerdi.
Ancak Mahirlere yardım eden çoban askerlere her şeyi anlattı.
“Bana 100 lira verdiler, rehberlik yaptım, yol gösterdim. Hepsi de Kızıldere köyündeler.”
Kızıldere’deki ev tespit edildiğinde operasyon için düğmeye basıldı.
Kızıldere
Evde Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Ertuğrul Kürkçü ve rehineler vardı.
Evin etrafı çevrildi. Helikopterler uçmaya başladı. Ağır silahlar getirildi.
“Teslim olun. Etrafınız sarıldı! Hiçbir yere kaçamazsınız!”
“Amerikan köpekleri! Size teslim olmayacağız. Kanımızın son damlasına kadar direneceğiz!”
Dursun Eroğlu’nun “Çocukluk Anılarımda Kızıldere”de aktardığına göre, Mahir Çayan ve arkadaşları, “Bizim kahraman Mehmetçik’le kavgamız yok”, “Mehmetçiği ileri sürmeyin, çekin, erkekseniz siz gelin, rütbeli köpekler” diye bağırdılar.
Mehmetçik Değil Rütbeliler Gelsin Karşımıza
Benzer ifadeleri Koray Düzgören’in THKP-C ve Kızıldere kitabında, çatışma anına şahit olan köy muhtarının anlatımında da görüyorduk:
“Mehmetçiklerin arkasına saklanmayın faşist köpekler. İleri siz gelin’ dedi.”
Murat Bjeduğ’un “Sabo/ Sabahattin Kurt Kitabı”nda yer alan ve o gün orada olan bir onbaşının anlatımıyla devam edelim:
“Duyan askerler gece nöbetimizde anlattılar, Mahir bağırmış, demiş ki: ‘Askerler bakın daha siperlerinize bile girmemişsiniz, istersek sizi vurabiliriz ama vurmak istemeyiz çünkü siz de fakir halk çocuklarısınız. Sizi önümüze süren rütbeliler gelsin, ateş etmeyeceğiz size, siperlerinize girin.”
Konuşmalar sürdü. Bir noktadan sonra Mahir Çayan, Saffet Alp ve Ertuğrul Kürkçü çatıya çıktı. Ve askerler ateş açtı. Mahir Çayan vurulunca önceden alınan kararla teknisyenler öldürüldü.
Sonrası sayısız kaynakta anlatıldı… Çatışma sürdü. Ağır silahlarla, bazukalarla ve sayısız kurşunla ev ateşe tutuldu.
Mahir, Sinan Kazım, Hüdai, Ertan, Saffet, Sabahattin, Nihat, Ahmet, Cihan ve Ömer öldü. Yalnızca Ertuğrul Kürkçü yaralı olarak hayatta kaldı.
Tarih 30 Mart 1972 idi.
Haber çok geçmeden yayıldı. Gazeteler devrimcilerin cansız bedenini birinci sayfalarından verdi. Ölümlerin haberini hapishanede alanlardan biri de Yazar Sevgi Soysal’dı.
“Gece, aklımda kalan gecelerin en kötüsünden biri. Herkes ağlıyor. Kıyılan, amansızca kıyılan bir kuşağa, bunca yakın olduğum o gece, kıyımcılardan biri de benmişim gibi utanıyorum.”
Deniz Gezmiş’in En Hüzünlü Anı…
Peki ya Deniz Gezmiş?
Mustafa Yalçıner, o anı, yani ölüm haberini aldıkları anı, “Deniz’in gördüğüm en hüzünlü anı” diye anlatıyordu.
“O haberi aldığımız sabah ağzımızı bıçak açmadı. Kendi aramızda bile sohbet yapmadık. Söyleyecek bir şey yoktu. Çok, çok etkilendik. Adeta öleceklerini bile bile gittiler oraya. Denizlerle birlikte ölmeyi kabullenme tutumuydu. Ve ben Deniz’in gördüğüm en hüzünlü anının, o an olduğunu hatırlıyorum, Kızıldere’yi duyduğumuz an. Kendisini kurtarmak için ölümü göğüsleyenler, kendisi için ölenler…”
Sonu kanlı bitmiş, acı bir süreç, ancak devrimci dayanışmanın tarihsel bir örneği sergilenmişti Kızıldere’de. Bu mücadele, sonunda ölüm olduğu bilinerek başlatılmıştı.
Mahirlerin son eylemi Denizleri kurtarmak içindi.
Tarih bize gösterdi ki, Denizler de Mahirler de sessizliğe gömülmekten, unutulmaktan, kara propagandalardan kurtuldu. Ölümlerin yası bir yana, yaşamları, eylemleri, dayanışmaları ve mücadeleleri zaten unutulmamayı müjdeliyordu.
Hakan GÜNGÖR
Kaynak: Evrensel Gazetesi, sayı: 7510, sayfa: 12, 30 Mart 2022.