İlk Eylem
Bu kaçış askeri cezaevlerinden, siyasi anlamda da Türkiye cezaevlerinden tünel kazarak kaçılan ilk eylemdir.
Bu konu pek çok yerde yazıldı ancak yüzde kırkı doğrudur. Gerçeği değil de kafalarındakileri yazıyorlar. Onlar orada yoklardı.
Cezaevinin niteliği kaçışı da zorluyordu. Kaldığımız yer bir cezaevi değildi aslında, askeri gazinoydu.
Gazinoyu düzenliyorlar, cezaevi haline getiriyorlar. Hatta biz ilk geldiğimizde etrafında duvar bile yoktu daha sonradan eklediler.
Kaçmaya İlk Kim Karar Verdi?
Kaçmaya ilk karar veren tünel kazmayı düşünen THKO’lu arkadaşlardı.
Sonradan bizimle ortaklaştılar ve ortaklaşa kazdık.
İlk onlar akıl etti. Onlar ayrı bir bölmede kalıyorlardı. O bölmede betonu tuz ruhu getirerek yavaş yavaş, küçük çivi ile tık tık tık 2,5 ay betonu deliyor arkadaşlar.
Ben o zamana kadar bu durumdan haberdar olmadım. Çok gizli tutuldu. Fakat bir ara ben gördüm; bir şeyler yapıyorlar içeride, önünü kapamışlardı kaldıkları bölmenin.
Osman Bahadır’ı (kulakları çınlasın) gördüm. O zannetti ki fark ettim. Halbuki ben, ne olduğunu çok iyi anlamamıştım.
Sonra geldi bana anlattılar, böyle böyle tünel kazıyoruz. Kaçacağız.
Öğrendikten sonra tünelin kazanılmasında çok önemli diyebileceğim katkılarım oldu. Giriyorduk 50 santim 60 santim kazıyorduk. Bizim birkaç kişi vardı böyle; Necati Sarı, Mustafa ve ben. Bizler iyi kazıcılardık.
Özellikle Mahir’in Kaçmasını İstiyorduk…
Tünelin sonuna yaklaşıyoruz. Özellikle Mahir Çayın’ın kaçmasın istiyoruz biz. THKO’lu arkadaşlar da sağ olsunlar bu konuda hem fikiriz. Mahir de o zaman Maltepe Askeri cezaevinde değil, Selimiye’de tutuluyor. Maltepe’ye getirilmiyor. Çünkü, Maltepe gevşek bir cezaevi. Fakat biz, işte ortak savunma yapmayacağız, şu/bu diye her mahkemeye gittiğimizde söyleye söyleye, direne direne sonunda Mahir Çayan’ı yanımıza getirdik.
Bizde o ara tünelin sonuna doğru geliyoruz. Mahir geldikten sonra tabii bir değişiklik oldu, cezaevinin güvenliğinde. Duvarların köşesindeki nöbetçilerin olduğu yer dört duvar, 4 nöbetçi var. Nöbetçilerin arkası yağmur ve benzeri şeyden korusun diye branda ile kapatılmış, sadece cezaevine bakıyor. Bu önemli. Kaçışta onun önemini göreceğiz.
Saat 6’yı 10 geçe asker yemeğini yiyor, cemse geliyor. Her duvarın dibine 2’şer tane çaprazlama yürüyorlar.
Biz ne yapacağız?
Tüneli duvarların arkasına çıkaracağız. Oradan da kaçmayı düşünüyoruz. Ama askerler gelince sabaha kadar oradalar. 2 saatte bir değişerek nöbet tutuyorlar.
İş zora girdi. Evet tüneli açacağız. Ama bu durumda nasıl kaçacağız? Bizde iki grup halinde kaçmayı düşünüyorduk. Aslında oradan 20 – 30 kişi de kaçabilirdi bir kerede. Ama Tugay’ın içinde olduğumuzdan herhangi bir şekilde bir kere görülse bir kişi, bütün kaçış planı suya düşerdi.
O yüzden de ikiye böldük. Cumartesi akşamı bir grup kaçacak, pazar akşamı bir grup kaçacak.
Mahir: “Ben Çıkarım, Fırlarım. Kaçabilirsem Kaçarım…”
Fakat Nasıl Kaçacağız?
Askerler geldi; duvarın dibinde çaprazlama nöbet tutuyorlar. Şimdi bunları tartışıyoruz kendi aramızda. Hiç unutmuyorum. Mahir arkadaş daha kendini de bulmamıştı, yaralıydı. Yakalandığında kendisine ateş etmişti. Yaralı bir durumdaydı ve güçsüzdü. Güçlenmesi için ona çeşitli yiyecekler yapıyoruz. Karaciğer falan yediriyoruz. Mahir arkadaş şöyle dedi hiç unutmam: “Ben çıkarım, fırlarım. Kaçabilirsem kaçarım.”
Yüzde yüz ölüm, yüzde yüz yakalanma…Yani hiçbir başarı şansı yok.
Düşünüyoruz. Ne yapalım?
Kasım ayının sonuna yaklaşıyoruz. Gündüzler çok kısaldı. En kısa gün, en uzun gece 15 Aralık’ta. Bir gün öyle pencereden tam bakıyorum askerlerin geleceği yere. Pikapla oraya geliyorlar. Birden uyandım: Yav dedim hava kararalı çok oldu bunlar yeni geliyor. Saat dört buçuk, beşe doğru. Arada zaman var, bunların gelmesi ile havanın kararması arasında. Bu arada kaçabiliriz.
Arkadaşlara hemen gittim, ya böyle böyle böyle. Olabilir! Ertesi gün bir daha bakıyoruz. Saat kaçta hava kararıyor, askerler kaçta geliyor. Askeriyede bir sistem vardır; Ağustos ayında başlamışlardı, hava daha kararmadan geliyorlardı, o sistem devam ediyor. Ya, hava erken kararıyor erken gidelim demiyorlar. O arada kaçacağınızı düşünmüyorlar.
O aradaki boşluğu yakaladık. Ve o 40 – 45 dakikalık arada ancak kaçabiliriz, yoksa kaçma imkanı sıfır. Ona göre hazırlandık.
Cumartesi Kim Kaçacak, Pazar Kim Kaçacak?
Cumartesi akşamı bir grup kaçacak; Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Ömer Ayna, Cihan Alptekin. Üç tane THKPC’li, iki tane THKO’lu.
Pazar akşamı da üç THKO’lu, iki THKPC’li. Ben ile Necmi THKPC’den; onlardan da (THKO’dan) Yavuz Yıldırımtürk, Osman Bahadır ve Oktay Kaynak kaçacak. Öyle anlaştık.
Vakit geldi hava kararmaya başladı. Bir arkadaş tünele girecek ve çıkışı açacak sonra da geri gelecek. Diğer beş arkadaş oradan kaçacak.
Mustafa Aynur arkadaş girdi deliğe; bir türlü çıkmıyor, bir türlü gelmiyor. Vakit geçiyor, yani askerlerin geleceği saat yaklaşıyor. Neyse arkadaşımız çıktı. “Bir gariplik var, normalde açılması lazım açamadım.” dedi.
Olay şu; o duvarlar yapılırken orada çimento karılmış, onlar da toprağa karışmış beton olmuş. Mustafa Aynur da çıkışı açmaya uğraşmış açamamış. Böylece cumartesi kaçış yattı.
Ondan sonra gündüz girildi tünele ve açtık tabi çıkışı. Artık görünüyor.
Tünelin Çıkışı Vıcık Vıcık Çamur
Arkadaşlar girdiler, temele denk gelen yerden açıyoruz. Oradan sular iniyor. Heryer vıcık vıcık. Vıcık vıcık yerden çıkacaklar ya yanlarına temiz elbiseler aldılar. Biraz ileride onları giyip öyle gidecekler. Pazar günü akşamı arkadaşlarımız girdiler. Mustafa Aynur şeyi açtı bu arkadaşlarımız da çıktı. Pazar günü kaçacağımızı dışarıya söyleyemediğimiz için arkadaşlarımız pazar günü kaçtıklarında kendi imkanlarıyla oldukça zorluklara katlanarak, zorlukları da yenerek gidecekleri yere gittiler.
Astsubay Sayıma Geliyor
Kaçış olayının hemen arkasından bütün her yeri kontrol altına aldık. İdare kısmını özellikle kontrol altına aldık. Delilleri farkedip, eğer içimizde ispiyon şu bu varsa idareye haber vermemesi için orayı tuttuk. Kaçış olayının gecesi her zaman sayıma gelen astsubay geldi. Ben dedim ki; “Astsubayım ya valla öyle bir zamanda geldiniz. Bravo. Ankara’da Mamak’ta arkadaşlarımızı linç etmişler, mahvetmiş ler. Haberini aldık. Herkes ateş püskürüyor. Sen de geldin vallahi, git say”. Ben öyle deyince doğru dürüst sayamadı. Ben de yanındayım. Kaçan arkadaşların yataklarını çeşitli şeylerle yatıyormuş gibi doldurduk. Sayarken ışıkları yaktırmadık. Ben de tepesinde durdum. Tedirgin oldu oda. Herkesin öfkesi burnunda. Şöyle bir bakarsınız ya üstten, öyle usulen baktı ve döndü gitti. Kendini ikna etti.
Tüneli Buldular
Saat 11’e doğru askerin bir tanesi Necati Sağır’ın yuvarlak teneke ile kapattığı yere düştü. Bunun üzerine hemen geldiler. “Burada bir şey var; aaa tünel galiba bu?” Bahçeyi kazdılar. Tüneli gördüler. Resmen tanklar geldi, etraf çevrildi.
Diyorlar ki; “Teslim olmazsanız içeriye gireceğiz, ayakta olanlara direniyor muamelesi yapar, onları vururuz. Onun için hiç kimse ayakta olmayacak.” Biz de kendi aramızda dedik ki; “Saat bire geliyor, bu kadar zaman tanıdık arkadaşlara. Yeter artık arkadaşlar.”
Kadın arkadaşlarda öbür tarafta, onlar da bağırıp çağırıyorlar, tanklara kızıyorlar.
Biz saat 1’de teslim olduk. Biz daha oradayken bir Orgeneral bir Korgeneral geldi ceza evinin içine. Korgeneral diyor ki; “Komutanım, bunlar gece de çalışmış bakın elektrik tesisatı var görüyorsunuz.” Komutan “Tamam gördüm” dedi. O daha ısrar ediyor. Ulan tünelin içinde gecesi gündüzü mü var? Zaten hep karanlık.
Kaçamayan Failler
Neyse, bizi aldılar mahkemeye çıkardılar; Necmi, ben, Abdullah ve iki arkadaş daha. Sonra beş kişi bizi “kaçamayan failler” olarak aldılar, Harbiye hücrelerine götürdüler.
Oradan da Selimiye’ye gittik.
Kaçma olayının kritik noktası o değişim aralığındaki boşluğu tespit edebilmekti. Keşke etmeseydim. Dikkatle baktım, günlerce üzerinde düşündüm. Orada onu fark ettim. Keşke etmeseydim. Bir tek Ziya Yılmaz hariç, hepsini kaybettik. Ulaş Arnavutköy’de delik deşik edildi, üç arkadaş da Kızıldere’de delik deşik edildi. Maalesef katledildiler.
Kamil DEDE / 03.04.2022