1972 yılının 30 Mart ve 6 Mayıs tarihleri Türkiye sosyalizminin ikinci dalgası için çok önemli iki kırılma noktasıdır. 30 Mart’ta dönemin devrimci gençlik önderlerinden Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada hayatlarını kaybederlerken, 6 Mayıs’ta diğer bir devrimci grubun lideri olan Deniz Gezmiş, arkadaşları Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la birlikte idam edilmiş, böylece 68’liler olarak bilinen bir kuşağın devrimci atılımının sonuna gelinmiştir.
Aşağıdaki yazıda, yukarıda bahsi geçen kırılmalardan ilki, yani 30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir’lerin öldürülmesiyle sonuçlanan hadise, öncesi ve sonrasıyla, İngiliz gizli belgeleri esas alınmak suretiyle ele alınmıştır.
Yeri gelmişken yazının sınırlarına dair kısa bir bilgi notu düşmek yararlı olacaktır: Bu çalışma Türkiye sosyalizminin ikinci dalgasına dair siyasal bir analiz içermemektedir.
Bunun yanında, aşağıdaki yazının bütünlüklü bir Kızıldere değerlendirmesi yapmak ve kamuoyunu aydınlatmak gibi bir saikle kaleme alınmadığını da baştan belirtmeliyiz. Çok daha geniş kapsamlı bir ön-araştırma gerektirecek, birinci ve ikinci dereceden tanıklara ve kanıtlara dayanan, hepsinden daha önemlisi de devlet sırrı olarak nitelenebilecek bilgi ve belgelere ulaşılarak yapılabilecek böylesi bir çalışmanın -ne ölçüde yapılabilir olduğu bir yana- yazının amacını ve sınırlarını kat be kat aşacağı açıktır.
O halde bu yazı neden yazıldı ve ne içeriyor?
Öncelikle 50. yılında Kızıldere’ye ilişkin özgün bir katkı sunmanın, elimizde böyle de bir imkân varken, önemli olduğunu düşünüyoruz. İkinci olarak, yaptığımız kısa literatür taramasında -rehin alınan teknisyenlerin uyrukları veya bağlı bulundukları kurum düşünüldüğünde- konunun doğrudan muhatabı olan Britanya devletinin arşiv belgelerine dayanan Kızıldere konulu bir çalışmaya rastlamadığımızı da eklemeliyiz.
Daha önce gündeme gelmemiş, üzerinden atlanmış ya da yeterince tartışılmamış kimi meselelerin izini Britanya arşivlerinde sürmek amacıyla kaleme alınan bu yazının böyle bir amacın gereğini yerine getirip getiremediği -ya da ne kadar getirebildiği- ise okuyucunun takdirine bırakılmıştır.
Bu yazıda kullanılan belgelere ilişkin bazı ön-bilgilerle başlayalım
Britanya arşivlerindeki belgeler konu/birim, bölge/ülke ve tarih esasına göre üç ayrı sınıflama düzeyine göre dosyalanmış olup bir belgenin kullanıcıların erişimine açılabilmesi için o belgenin düzenlediği tarihin üzerinden en az otuz yıl geçmiş olması gerekmektedir.
Kullandığımız belgeler, dışişlerini ilgilendiren konular hakkında olduğundan, “Britanya Dışişleri Bakanlığı” (Foreign Commonwealth Office) kategorisinin altında yer alan “Güney Avrupa/Türkiye” bölgesi dahilinde kategorize edilmiştir. Bu belgelerin büyük çoğunluğunun, o ülkeye ilişkin “yıllık rapor” (annual review), “siyasal meseleler” (political affairs) ya da “içerideki durum” (internal situation) gibi birtakım genel başlıklarla dosyalandığı, çok daha az sayıdaki bazı dosyalar için ise özel başlıklar tercih edildiği görülmektedir.
Erişebildiklerimiz içinde başlığı en spesifik olanının FCO-9/1616 kodlu “insan kaçırma” (kidnapping) adlı dosya olması, bir diğer deyişle, sadece Kızıldere için ayrı bir dosya tutulması gerçekten dikkat çekicidir. Kızıldere ile ilgili bilgilerin neredeyse tamamının o dosyada yer alan, ilki 27 Mart sonuncusu ise 31 Ekim 1972 tarihli, iki yüz sayfa civarındaki resmi yazışma belgesinden oluştuğunu da belirttikten sonra belgelerin içeriğine geçebiliriz.
İngilizler, Teknisyenlerin Kaçırıldığını Ne Zaman Öğrendi?
İngiliz yetkililer NATO’nun Ünye’deki radar üssünden üç teknisyenin kaçırıldığını olaydan bir gün sonra, yani 27 Mart tarihinde öğrenirler.
Eylemin Deniz Gezmiş ve arkadaşları hakkında verilen idam kararlarının durdurulması amacıyla yapıldığından neredeyse emindirler, ancak ellerinde bu kanılarını destekleyecek -İsmet İnönü’nün açıklamalarının dışında- bir belge ya da başka bir kanıt bulunmamaktadır. Böyle bir eylemin Türkiye’de yükselen anti-emperyalist tepkilerle yakından ilgili olduğunu düşündüklerinden, olaydan ABD’yi de haberdar ederler. Bununla birlikte eylemcilerin neden başkalarını değil de Britanya uyrukluları hedef aldığına dair çıkarım yapmaktan da geri durmazlar.
Britanya Hükümeti, Avusturya, Belçika, Danimarka ve Norveç hükümetlerinin aksine, idamların uygulanmaması yönünde Türk Dışişlerine herhangi bir resmi talepte bulunmamıştır. Bu, kendilerinin hedef seçilmesinin özel bir nedeni olabilir diye düşünürler.
Olaydan sonra Ünye’deki radar üssündeki diğer Britanya uyrukluların -toplam 23 kişi- önlem olarak Ankara’ya getirilmesi yönünde karar alınır. Benzer olayların olabileceği ihtimal dışı görülmemekle birlikte, Türkiye’deki Britanya vatandaşlarını geri çağırmayı gerektirecek kadar büyük bir tehdidin olduğu düşüncesinde de değillerdir.
John Law, Britanya – Kanada Görüşmeleri Ve İstihbarat Meseleleri
Alıkonan üç teknisyenden John Law’un aslında Kanada uyruklu olduğunun yazışmalara konu olduğu -erişime açık- ilk belge ise 29 Mart tarihlidir. Bu konu ihmal edilebilir bir detay gibi görünse de ilginç birkaç yazışmaya konu olması bağlamında dikkate değerdir.
Öncelikle, en azından yazışmalara göre Kanadalılar, bir yurttaşlarının Türkiye’de kaçırıldığından bihaberdirler ve olayı Britanyalılardan öğrenirler. Bunun dışında Law, diğer iki teknisyenin aksine, kamu çalışanı bir devlet görevlisi de değildir. O dönemin meşhur telekomünikasyon devi Cable and Wireless’ta istihdam edilen Kanadalı teknisyen adı geçen şirketin Britanya Savunma Bakanlığı ile anlaşması gereği NATO üssünde çalışmaktadır. İkinci olarak, bu mesele ortaya çıktığında, Britanyalıların ilk tepkilerinden biri, Kanada Hükümetinin Türk Hükümetiyle doğrudan iletişim kurup kurmayacağını bir an önce öğrenmeye çalışmak olmuştur.
Britanyalılar, dilerlerse onların adına da Türk Hükümetiyle görüşebileceklerini Kanada Hükümetine iletirler. Britanyalılar Kanadalılara müzakereleri kendi inisiyatiflerine bırakırlarsa, onlarla Ankara, Londra ve Ottawa’da sürekli iletişim halinde olacaklarını bildirirler. Kanadalıların doğrudan müdahil olmayı tercih etmesi durumunda ise Türklere bu konuda baskı yapmamaları gerektiği hususunda -diplomatik bir dille- uyarıda bulunmaktan geri durmazlar.
Britanya’nın Türkiye Büyükelçisi Sir Roderick Sarell ise daha nettir ve Türkiye ile kendilerinin müzakere etmelerinin en iyi yol olduğunu açıktan yazar. Buna gerekçe olarak da -bize göre- pek ikna edici olmayan iki argüman sıralar: Birincisi, İngiltere’nin -Kanada ile kıyasla- Türkiye ile daha geniş çaplı ve yakın ilişkileri vardır. İkinci olarak da Kanada kendi başına süreci yürütmeye çalışırsa, gereksiz yere Türklere karşı “aşırı temsil” sorunu yaratılmış olacaktır.
Olay Kanada kamuoyunda duyulduğunda ise, “olayı basit bir konsolosluk davası” olarak gören Kanada Dışişleri, kaçırılan Kanadalının “NATO radar sözleşmesine göre istihdam edilen bir Cable and Wireless çalışanı olduğunu -basına- söyleyecektir”. Bir kişinin nerede çalıştığı ya da ne işle meşgul olduğu gibi sıradan bir bilginin kamuoyuna duyurulmasında kullanılan ifadelerin Britanyalılar için bu denli önemli olması ilginçtir.
Son olarak, dönemin Dışişleri Bakanı Alec Douglas-Home’un, kime ya da hangi kuruma yazdığına dair spesifik bilgi içermeyen “Tamamlayıcı Notlar: Kaçırma eyleminin detayları” başlıklı kısa yazısındaki bir detaya dikkat çekebiliriz.
Kaçırılan teknisyenlerin kastedildiğinin anlaşıldığı son not şöyledir: “Bu kişiler istihbarat toplama faaliyetlerinde yer aldılar mı?” Ve şöyle yanıtlanır: “Onların işlevlerinin ne olduğunu daha önce Avam Kamarasına açıkladım”. Buradan hareketle spekülatif bir değerlendirme yapmak niyetinde değiliz. Ancak Douglas-Home’un Avam Kamarasında yaptığı 28 Mart tarihli konuşmada bahsi geçenlerin sivil teknisyenler olduklarından başka herhangi bir ifade yer almadığını, dolayısıyla da istihbarat faaliyetleriyle ilgili kısmın havada kaldığını ifade etmemiz gerekir. Dahası, dosyanın tam da bu kısmında -yani rehinelerin kimliklerine ilişkin bilgilerin aktarıldığı bir noktada- bazı belgelerin dosyadan çıkarıldığını da not etmeliyiz.
İstihbarat faaliyetleriyle ilgili -yukarıdakinden tamamen- farklı iki olaya daha yazışmalarda yer verilir.
Bayan Banner’in Şikayetleri
Şimdi kısaca o iki olayı aktaralım. Bunlardan birincisi kaçırılan teknisyenlerden birinin eşi olan Bayan Banner’in “şikâyetleri” ile ilgilidir.
Yazışmalardan anlaşıldığı kadarıyla olayla ilgili yeterince bilgilendirilmediğinden yakınan ve eşinin hayatından endişe eden Bayan Banner hükümetin açıklamalarıyla yetinmez ve alternatif yollara yönelir. Anlaşılan o ki, başarılı da olur. Bu durum Britanyalı yetkilileri rahatsız eder ve Bayan Banner, belgedeki ifadeyle, “uzun ve arkadaşça” bir konuşma için evinde ziyaret edilir. Kanımızca bunu nazikçe yapılmış bir uyarı olarak düşünmek mümkündür. Bayan Banner olay hakkında birilerine bir şeyler söylediği veya şikâyetlerini aktardığı gibi iddiaları reddetmekle birlikte ilginç bir gelişmeden bahseder. Emlak firmasından olduğunu düşündüğü biri -aslında bu kişi Britanya istihbaratına bağlı bir ajandır- Bayan Banner’ı telefonla aramış ve olay hakkında bildiklerine nasıl ulaştığını sormuştur. Dolayısıyla Bayan Banner resmi olarak ziyaret edilmeden önce başka bir koldan zaten yoklanmıştır.
Buradan, Britanya Hükümetinin rehinelerle ilgili olarak kendilerinin ilettikleriyle yetinilmesini istediği, alternatif kaynaklara ulaşılmasına ise pek tahammül göstermediği sonucu çıkarılabilir.
İkinci mesele ise doğrudan Türkiye ile ilgilidir.
“Güvenilir Kaynak”
Büyükelçi Sarell tarafından yazılan -ve fakat arşiv yetkilileri tarafından kime gönderildiği özel olarak kapatılmış- 6 Nisan tarihli bir belgede Britanyalılara enformel yollardan bilgi sağlayan birisinden “güvenilir kaynak” olarak bahsedilir.
Bu kişi Mahir Çayan’ın 24 Mart tarihinde Karadeniz Bölgesine doğru hareket ettiği ve diğer iki grupla birleştiği bilgisinin Türk güvenlik güçlerince daha önceden edinildiğinden bahseder. Ayrıca, arananlar listesinde olan 25-30 kişilik başka bir grubun da benzer bir eylemin hazırlığı içinde olduğunu ve o grup içerisinden de militan bir liderin ortaya çıkabileceğini ileri sürer. Bütün bunlardan dolayı bölgede güvenlik önlemlerinin arttırıldığı bilgisini de Britanyalı yetkililere iletir. Aynı belgede “üç yıldızlı bir generalin” 24 Mart itibarıyla Ünye’de olduğu ve radar üssünün komutanı da dahil olmak üzere bölgedeki askeri yetkililere güvenlik önlemlerinin sıklaştırılması konusunda talimatlar verdiği de ifade edilir.
Denizler’in İdam Kararı
Bu bilgiler Britanyalılara Denizler’in idam kararının Anayasa Mahkemesi’ndeki akıbeti belli olana dek yeni eylemlerin ihtimal dahilinde olduğunu düşündürtür.
Bunun yanında, Britanyalılara göre, bu kadar açık istihbarat olmasına rağmen böyle bir eylem gerçekleştirilebiliyorsa, bu, alınan önlemlerin yetersiz olduğunun kanıtıdır. Dahası, önlemlerin yetersizliğiyle ilgili bazı imalı ifadelere rastlamak da mümkündür. İngilizler 24 Mart’tan beri Ünye’de oldukları tespit edilen ve 26 Mart’ta İngiliz plakalı bir Land Rover’la -yani küçük bir bölgede dikkat çekecek kadar lüks ve yabancı plakalı bir araçla- Ünye’den hareket eden eylemcilerin yöre halkının ve askeriyenin dikkatini çekmeden bunu yapabilmesini manidar bulurlar…
Orkun Saip DURMAZ
Kaynak: Orkun Saip Durmaz, “50 Yıl Sonra… İngiliz Gizli Belgelerinde Kızıldere”, Bilim ve Gelecek Dergisi, Mart 2022, Sayı: 215, ss 32-41.
Yazının sonraki bölümünü okumak için aşağıdaki bağlantıya tıklayınız.