Bundan tam 105 yıl önce bugün (7 Kasım 1917’de), Rusya’da insanlık tarihinin en büyük devrimi gerçekleşti.
Bu büyük devrim, gerçekleştiği gün olan 7 Kasım günü, o yıllarda Rus Çarlığı İmparatorluğunda kullanılan eski Jülyen Takvimine göre 25 Ekim gününe denk geldiği için tarihe EKİM DEVRİMİ adıyla geçti.
Devrime, Lenin liderliğindeki Rusya (Sosyal Demokrat) İşçi Partisi-Bolşevik Parti’si önderlik etti.
Rus işçi, köylü ve askerleri tarafından gerçekleştirilen devrimi 105’inci yılında, onun “insanlık tarihinin en büyük devrimi” olmasını sağlayan özelliklerini sayarak anıyoruz.
Bilenler bilir: Ekim Devrimi, gerçekeleştiği Rusya İmparatorluğu coğrafyasında, adı daha sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (kısaltılmışı Sovyetler Birliği-SB) olan bir emekçi yönetimi ve sosyalist sistem kurdu.
Ekim Devrimi’nin SB’de kurduğu emekçi yönetimi ve sosyalist sistem, atılımları, duraklamaları ve geriye dönüşleri ile 73 yıl sürdü. SB, 1990 yılı sonunda fiilen dağıldı; 26 Aralık 1991’de ise, varlığına resmen son verildi.
Ekim Devrimi “Büyük” sıfatını ve “tarihin en büyük devrimi” olma özelliğini, bu 73 yılda gerçekleştirdiği değişikliklerin ve insanlığa sağladığı kazanımların İLK ve BÜYÜK olmasıyla aldı.
EKİM DEVRİMİ’NİN İNSANLIĞA KAZANDIRDIKLARI
1-“Üreten Biziz, Yöneten De Biz Olacağız”
Ekim Devrimi tarihte ilk kez, işçiler ve köylüler başta olmak üzere çalışan sınıfları; kısaca EMEKÇİ SINIFLARI iktidara getirdi. Toplumu ve ülkeyi yönetme konumuna yükseltti
Bu gerçek, çok büyük ve tarihsel değerde bir sıçrama ve değişiklikti.
Kısaca özetleyelim:
İnsanlık, Ekim Devrimi’nden önce de devrimler yaşadı. İçlerinde 1789 Fransız Devrimi’nin de olduğu 18. Ve 19. Yüzyıl Batı Devrimleri (1776 Amerikan Devrimi, 1848 Avrupa Devrimleri) en çok bilinenlerdir.
Bu devrimlere, kabile toplumu ve kölelikten feodal topluma geçiş devrimleri olan; kimileri yeni din ya da mezhep biçimine bürünmüş olanları da eklediğimizde, insanlığın her büyük küçük yenilenmeyi büyük küçük devrimlerle gerçekleştirdiğini görürüz.
Ancak Ekim Devrimi’ne kadar yaşanan bütün devrimler, yönetimin, yani iktidarın, bir önceki dönemin ya da çağın büyük mülk sahipleri sınıfından, başlayan yeni çağın büyük mülk sahipleri sınıfına geçtiği devrimerdi. Yönetimin, büyük mülk ve zenginliğe sahip sınıflar arasında el değiştirdiği devrimlerdi. Bu devrimler, çalışan ve toplumsal zenginliği üreten emekçi sınıflara belli haklar sağladı; ama onların yönetilen olma konumunda bir değişiklik yapmadı.
Bütün bu bin yıllar boyunca toplumu yönetmek, büyük mülk sahibi ve bu sayede çalışmadan yaşayan, ama toplumun da küçük bir azınlığını oluşturan sınıfların bir ayrıcalığı oldu. Yine bu yıllar boyunca emekçi ve üreten sınıflar, ancak eğitimle, ancak yönetip deneyim kazanarak elde edilen YÖNETME BİLGİSİ’nden yoksundular. Yoksun bırakılmışlardı. Emekçiler, toplumu yönetmek için gerekli olan ama ancak eğitimle kazanılan hukuk, iktisat-işletme, idarecilik/yönetme, tarih, coğrafya, savaş sanatı (komutanlık), diplomasi bilgilerinden yoksundular. Çünkü bütün bu yıllar boyunca eğitim, okul eğitimi ve özellikle yüksek okul eğitimi, varlıklı sınıflara özgü bir ayrıcalıktı.
Daha da önemlisi, bu bilgilerden yoksun oldukları için de, “cahil” (bırakılmış) emekçilerin toplumu yönetemeyeceği düşüncesi, başta emekçi sınıfların kendisine olmak üzere, toplumun geneline kabul ettirilmiş köklü, yaygın bir önyargı durumundaydı. Emekçi sınıflara, toplumu yönetme yeteneğinden yoksun oldukarı konusunda tarihsel çapta bir özgüvensizlik benimsetilmişti.
Tarihte ilk kez emekçilerin, çalışan sınıfların kalıcı iktidarını kuran Ekim Devrimi, binlerce yılın bu köklü önyargısını yıktı. On bin yıllık önyargıyı önce, 70 yılı aşan bir emekçiler iktidarı kurarak yıktı.
İkincisi, kurulan emekçi iktidarının, yönettiği ülkeyi 20 yıl gibi kısa bir sürede (daha 1930’larda) dünyanın ikinci büyük ve her alanda gelişmiş ülkesi (Sovyetler Birliği) haline getirerek yıktı.
Üçüncüsü bu büyük başarıyı, ABD ve Avrupa’nın emperyalist devletleri gibi, başka ülkelerin sömürü ve yağmasından elde edilen kaynaklarla değil; hiçbir ülkeyi sömürmeden; kendi öz gücüne ve kaynaklarına dayanarak gerçekleştirdi. Hatta, başta bizim Milli Kurtuluş Savaşımız olmak üzere, dünyanın birçok mazlum ülkesindeki milli kurutuluş savaşlarına ve emekçi devrimlerine da karşılıksız yardım ederek gerçekleştirdi.
Ekim Devrimi’nin, emekçilerin de toplumu yöneteceğini; hem de toplumsal üretime katılmadan ondan en yüksek payı alan büyük zenginlerden çok daha iyi yöneteceğini kanıtlaması; bu alandaki tarihsel ve büyük başarısı, dünyanın diğer ülkelerindeki emekçilere de esin kaynağı oldu. Dünyanın her yerinde emekçiler, “Üreten biziz, yöneten de biz olacağız” sloganında ifadesini bulan bir özgüvene kavuştular. Toplumu yönetmeye talip oldular. Ekim Devrimi’nden sonra Çin’de, Doğu Avrupa’da, Balkanlar’da (Yugoslavya, Bulgaristan, Arnavutluk’ta), Kore’de, Küba’da, Vietnam’da emekçiler, Ekim Devrimi’nden aldıkları cesaretle, onun kazandırdığı özgüvenle devrimler gerçekleştirip ülkelerini yönetmeye başladılar.
2-SB İle Doğu Avrupa Ve Balkan Ülkelerindeki Emekçi Sınıflar Yönetimlerinin Yıkılması, Emekçilerin Yönetme Yeteneğiyle İlgili Ekim Devrimi Teori Ve Pratiğini Boşa Mı Çıkardı?
SB’nin dağılması ile Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki sosyalist yönetimlerin yıkılması ve bu geniş coğrafyada yeniden kapitalist yönetimlere dönülmesi olayı bütün dünyada, sosyalizm ve emekçi sınıf yönetimleri aleyhtarı bir dizi gerici ve gerçekçi olmayan tezler öne sürülmesine yol açtı.
Bunlardan biri de, geriye doğru yaşanan bu değişmenin, emekçi sınıfların toplumu yönetme yeteneğinin olmadığını veya çok yetersiz olduğunu gösterdiği tezidir.
73 yıllık Ekim Devrimi ve SB deneyinin kazanımları ve kanıtladığı gerçekler, SB ile Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerindeki emekçi iktidarlarının yıkılması ile yok olmadı. Ekim Devrimi’nin 73 yıllık sosyalizm pratiğinden çıkan dersler, başarıların dersleri kadar başarısızlıkların dersleri ile birlikte, bugün Çin’deki, Vietnam’daki, Kore’deki, Küba’daki bu derslerden yararlanan emekçi yönetimlerinin yıkılmadan ve başarıyla yollarına devam etmesini sağlıyor. Bu derslere, atılım yıllarında emekçi sınıfların yönetme yeteneğini ortaya çıkarma; bürokratlaşma ve gerileme döneminde ise o yeteneği köreltme dersleri de dahildir.
Toplmumuzun emekçi çoğunluğuna dayanma ve ondan kopma konsunda bizim Cumhuriyet Devrimimizin de benzer bir kaderi paylaştığını söyleyebiliriz. İkinci Dünya Savaşı sonrasında sürüklendiği Atlantik kampı yıllarına kadar inişli çıkışlı olarak atılımını sürdüren devrimci Cumhuriyet, bu yıllarda Halk Evleri, Köy Enstitüleri, eğitim seferberliği, kooperatifler, Sümerbank, Etibank gibi girişim ve kuruluşlarla ile köylünün, sanayi işçisinin, zenaatkarın önünü açıp bunlarn yeteneklerini geliştirirken; durgunluk ve gerileme yıllarında, emekçi halkla ilişkisini ağa, bey, şeyh, tarikat, cemaat gibi Ortaçağ artıkları üzerinden yürütmeyi seçmiştir.
Buradan, tarihteki bütün devrimlerin inişli çıkışlı; yükseliş ve düşüş içeren bir çizgide ilerlediği gerçeğine ulaşırız. Bu konudaki en tipik örneklerin, 1700’lerde başlayıp 1900’lerin başına kadar süren Avrupa devrimlerinde yaşandığını söyleyebiliriz. En büyük örnek olan Fransız Devrimi’nin 1789’dan 1890’lara kadar olan 100 yıllık tarihi bin atılımlar ve restorasyonlar tarihidir.
Kaldı ki insanlığın 12 bin yıllık sınıflı toplum tarihinin yaklaşık 11 920 yılında, toplumların ve ülkelerin yönetimlerinde, büyük mülk sahibi ve çalışan sınıfların ürettiği artı değere el koyarak zenginlik içinde yaşayan azınlık sınıflar bulunmuştu. Onların on bin yılı aşan yönetme deneyim ve bilgileri yanında, emekçi sınıfların, bütün ülkelerdekini toplasak 100 ylı ancak bulan yönetim süresi ve bu süre içinde biriken deneyimi nedir ki?
Dünyanın emekçi sınıfları bu kadar kısa süre yönetimde oldukuları halde, SB, Çin gibi dünyanın büyük ülkelerini başarıyla yönetip dünyanın en gelişmiş ülkeleri haline getirdiler. Bu başarıyı sağlayan, emekçi sınıfların üretme yeteneği yanında, toplumu yönetme yeteneğine de sahip olması gerçeğidir. Onların binlerci yol gizli kalmış bu yeteneğini ortaya çıkaran ve geliştiren de, öncüsü Ekim Devrimi olan emekçi devrimleridir.
Başarılarıyla ve başarıszlıklarıyla Ekim Devrimi’nin yarattığı büyük deneyim, dünyadaki kendisinden sonra gerçekleşen devrimler için en önemli bilgi kaynağı oldu. Bu konuda aslında her şey, devrimin liderinin daha ayaklanma kararının alındığı toplantıda (23 Ekim 1917) yaptığı konuşmada öngördüğü gibi yaşandı ve gerçekleşti: “Yenilirsek, dünya proletaryasına muazzam bir deneyim bırakacağız. Kazanırsak dünyanın ilk proleter devletini kuracağız. Ama uzlaşmayacağız, teslim olmayacağız…” (V. İ. Lenin)
Lenin’in daha başlangıçta yenilmesi durumunda bile “muazzam” olacağını söylediği Ekim Devrimi deneyiminin, 70 yılda, arkasından gelecek yüzlerce yıla ışık tutan büyüklükte olduğunu yaşayıp göreceğiz.
3-Ekim Devrimi’nin, Bağımlı Ve Sömürge Ülkelerin Milli Kurtuluş Savaşlarının Başarıya Ulaşmasına Katkısı
Ekim Devrimi’nin bu özelliğini en başta, 20. yüzyılın ilk milli kurtuluş savaşını vermiş biz Türkler biliriz ve unutmayız.
Ekim Devrimi’nin kurduğu devrimci devlet ve yönettiği Sovyetler ülkesi, daha başıraya ulaştığı günden başlayarak, Çin’den Maçine, Türkiye’den Afganistan’a, Hindistan’dan Meksika’ya kadar uzanan dünya coğrafyasında, nerede emperyalizme karşı bir milli kurtuluş ve bağımsızlık savaşı veriliyorsa, onların yardımına koştu. Siyasi, ekonomik, askeri destek verdi. Nerede emperyalizme ve ülkesindeki işbirlikçi yerli gericiliğe karşı mücadelede başı derde düşmüş devrimci kişi ve örgüt varsa, onlara kucağını açtı.
Denebilir ki, başka ülkelerin ve halkların zulme, baskıya, sömürüye, eşitsizliğe, adaletsizliğe karşı mücadelesinde yardımına koşmada, tarihteki hiçbir insan topluluğu, Sovyet Birliği’nin devrimci emekçileri kadar cömert ve fedakar olmamıştır.
Kapitalizmin yükselme çağında başlayan modern sömürgecilik, emperyalist kapitalizm aşamasında bütün Asya, Afrika ve Latin Amerika’yı sardı. Egemenlik kurduğu ülkelerde, tarihe “sömürgecilik” diye geçen, insanlık tarihinin en zalim ve insanı aşağılayan yağma ve kölelik düzenini kurdu. İnsan soyuna, tarih boyunca görüp yaşadığı en yıkıcı ve öldürücü iki büyük sömürge paylaşım savaşını yaşattı.
Kapitalizmin merkezi Avrupa ile ABD dışındaki coğrafyasında yüzlerce yıldır mücadele edilen sömürgeciliğe ve sömürge yönetimlerine, ancak 1960’larda son verilebildi. Sömürgeciliğe dünya çapında son verilmesinde SB’nin rolü belirleyicidir. Eğer Ekim Devrimi’nin dünyanın ezilenlerine, yoksullarına ve emekçilerine verdiği büyük esin, cesaret ve destek olmasaydı, belki de bugün hala dünyanın şurasında burasında, tarihin gördüğü bu en zalim sömürü ve yağma yönetiminin kalıntılarını yaşıyor olacaktık.
1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı aslında, dünyanın o güne kadar sömürgeleştirelememiş Osmanlı, İran ve Çin topraklarının da sömürgeler olarak paylaşılması; böylece dünyanın tamamının sömürgeleştirilmesinin tamamlanması eylemiydi. Kapitalist emperyalizmin, yeryüzünün tamamını sömürgeleştirerek dünyanın yönetimini birkaç efendiye teslim etme; 1990’dan sonra geliştirilmiş kibar adıyla, dünyanın yönetimini “küreselleştirme” savaşıydı.
Ekim Devrimi ve onun ateşlediği ve desteklediği milli kurtuluş savaşları, Türk Milli Kurtuluş Savaşı ile birlikte 1920’lerde, bu ilk “küreselleşme” seferini boşa çıkardı. Arkadan gelen emekçi devrimleri ve milli bağımsızlık savaşları, emperyalist bir proje olan “Küreselleşme”nin 1990’lara kadar rafa kaldırılmasına yol açtı. SB’nin dağılması ile birlikte proje raftan indirildi ve büyük bir hızla uygulamanmaya başladı.
Dünyanın mazlumları ikinci “küreselleşme” seferine teslim olmadı. 2010’dan sonra bunu da geri püskürtmeye başladı. Bugün bütün dünya, Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, Ukrayna’da sıcak çatışmalarla yürüyen bu süreci yaşıyor. Suriye’nin direnişi, ikinci “Küreselleşme” savaşını püskürtmede dönüm noktası oldu.
4-Dünyanın Bir Nazi Faşist İmparatorluğuna Dönüştürülerek “Küreselleştirilmesi”nin Hüsrana Uğratılmasında Sovyetler Birliği
1939’da Hitler dünyayı bir Nazi imparatorluğuna dönüştürme seferine çıktığında, başta Fransa ve İngiltere olmak üzere, Avrupa’nın o çok “uygar” ve “demokrasi” Kâbe’si devletlerini yöneten kapitalist yönetimler, önce sırtını sıvazlayıp Çekoslavakya ve Polonya’yı ikram ederek Hiter’i sözümona “yatıştırmaya” çalıştılar; sonra da kışkırtıp Sovyetler Birliği’nin üstüne sürmeye kalkıştılar.
Çekoslavakya ve Polonya’yı tek kurşun atmadan yutan Hitler, dünya egemenliği kurmadaki “demokratik” ve “uygar” Avrupalı rakiplerinin korkaklığından cesaret alarak, önce SB’nin değil, onların üstüne yürüdü. Kıta Avrupa’sını 3 ay içinde doğudan batıya feth etti. Bugün AB çatısı altında toplanmış olan Batı Avrupa ülkelerinin kapitalist yönetimleri, Hitler karşısInda vatanlarını ve “Avrupa demokrasisi”ni savunmak yerine, tabanlarını yağlayıp, Hitler’in elinin uzanamaycağını düşündükleri Britanya adasına ve ABD’ye kaçtılar.
En sonunda ünlü “Avrupa uygarlığı” ve “Avrupa demokrasisi”ni Hitler’in elinden, bu savaşta en yetişkin, en fedakar, en yiğit 25 milyon insanını yitiren SB kurtardı. İkinci Dünya Savaşını nesnel bir tutumla inceleyen bütün savaş tarihçileri ve siyaset teorisyenleri, eğer SB olmasaydı, Hitler’in, Avrupa’yı, Afrika’yı, ön Asya’yı içine alacak ve yıllarca sürecek bir “Dünya Nazi İmparatorluğu” kurmasının hiç de ihtimal dışı olmadığını belirtiyorlar.
5-Kapitalizmin “Aslan Terbiyecisi” Olarak Ekim Devrimi Ve Sovyetler Birliği (SB)
Avrupa’da kapitalizmin Ekim Devrimi’ne kadar olan tarihi emekçiler bakımından, 8 saatlik iş gününden başlayan ve hafta tatiline, en ilkel sendikal haklara, seçme ve seçilme hakkına, emeklilik ve diğer sosyal haklara kadar varan bütün haklarını, dişe diş ve nice kurbanlar vererek kazandığı bir mücadele tarihidir.
Ekim Devrimi’nden sonra bu durum hızla değişti. Artık kapitalizmin dünya çapında bir rakibi; elle tutulacak kadar somut olan bir seçeneği vardı: Sovyetler Birliği!
Bu somut seçenek Avrupa kapitalizmini, deyim yerindeyse “terbiye etti”. Batı kapitalizmi, kendi işçisinin 1917’de Rus işçi ve köylülerinin yaptığını yapmaması için, adım adım, emekçilerin toplumsal üretimden aldığı payı artıran daha esnek bir tutuma yönelmek zorunda kaldı.
6-Avrupa’da “Sosyal Devlet” Ya Da “Stalin Hakları”
2. Dünya savaşı sonrasında sosyalist devletlerin sayısının çoğalması ile birlikte, dünya kapitalizminin merkezlerinde emekçi hakları konsunda, 1960-70’lerde çok propagandası yapılan “sosyal devlet” modeline geçildi. 1920’lerin ve daha önceki yılların mücadelesini yaşamış deneyimli Avrupa işçileri, Avrupa kapitaizminin 1950’lerden başlayarak kabul etmek zorunda kaldığı “sosyal devlet” haklarına, kendi aralarıda alay ederek “Stalin hakları” adını takmıştı.
1990’da SB ve “sosyalist kamp”ın dağılmasından sonra başlayan Küreselleşme saldırıları, Küreselleşmenin merkezinde de, Avrupa kapitalizminin yıllarca vermekle övündüğü birçok sosyal hakkı budadı. Bugün artık Avrupa ve ABD’de 1955-1990 arası yıllarda yaşanan “sosyal devlet”in, “devlet”i silinmiş; sadece kuşa çevrilmiş bir “sosyal”i kalmış durumda.
Sonuç
İnsanlığın gelişme ve ilerleme tarihine damgasını vurmuş Ekim Devrimi, bıraktığı büyük deneyim ve kazanımlarla dünya emekçilerinin ve mazlumlarının bilincine kazınmıştır.
Arslan KILIÇ