Deniz, Yusuf ve Hüzeyin’in idam edilmelerinin üzerinden 50 yıl geçti. Dünyanın bütünüyle devrimci isyan çağından geçtiği bir dönemde, o büyük fırtınanın bir parçası olarak mücadele sahnesine çıkan, bu genç devrimciler, gerçekte emperyalizme ve kapitalizme karşı bir Dünya Ayaklanmasının son dalgalarında silaha sarıldılar.
68 Yalnızca Öğrenci Eylemleri Mi?
Kısaca öncesine bakalım.
ABD, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Birleşik Krallık başta olmak üzere, bütün emperyalist merkezlerde hemen hemen aynı taleplerle başlayan toplumsal kitle hareketleri, aynı zamanda yeryüzünün emperyalist ve yeni sömürgeci işgal altında bulunan bölgelerindeki halk savaşları ve gerilla mücadeleleriyle aynı sürecin parçaları olarak birleşmişti.
Kimi zaman tek bir olaydan söz eder gibi, ‘68 İsyanı olarak adlandırdığımız olaylar bütünü, aslında ‘60’lı yılların ortalarından başlayıp ‘70’li yıllara kadar uzanan bir süreci kapsamaktadır ve yine yerleşik algının aksine yalnızca öğrenci eylemlerinden ibaret değildir. Büyük ve çok etkili işçi eylemleriyle ulusal kurtuluş hareketleri, dünya çapında esas olarak 1975 yılında, ABD’nin Vietnam yenilgisinin kesinleşmesine kadar devam eden bir sürecin bileşenleriydi.
Emperyalizme Karşı Direniş
O yılların mücadelesine yön veren ilkeler ve özlemler. Türkiye’de etkisi gittikçe büyüyen ve farklılaşan boyutlar kazanarak bugün de her türden muhalefete rengini vermeye devam ediyor.
Bütün dünyada ve Türkiye’de Amerikan emperyalizmine karşı yoğun bir muhalefetin oluşmasında kuşkusuz Vietnam kurtuluş savaşının büyük payı vardı. Vahşi bir emperyalist saldırıya karşı kahramanca direnen yoksul bir halkın destanı kimi zaman öfkeyle, kimi zaman coşkuyla desteklenirken, dünya gençliği kendi ülkelerine de başka bir açıdan bakma olanağı bulunuyordu. Savaşa ve emperyalizmin vahşetine karşı başlayan protestolar, her ülkede az çok farklı özgün taleplerle birleşen hareketler özelliği kazandı.
Türkiye’nin 68’i
Türkiye’nin ‘68’i, en net çizgileriyle antiemperyalist bir gençlik hareketi olarak nitelik kazanmıştı.
Kuşkusuz, geniş kırsal alanlarda büyük toprak işgalleri ve üretici köylülüğün eylemleri, işçi sınıfının ardı ardına gelişen grev ve fabrika işgalleri, kamu emekçilerinin, özellikle öğretmenlerin sarsıcı boykot ve grevleri, bir bütün olarak hareket halindeki toplumun değişim talebinin en açık göstergeleriydi. Ne var ki, büyük kentlerdeki öğrenci hareketleri, birincisi açık siyasal nitelikleri dolayısıyla en fazla saldırıya uğradıkları için, ikincisi kamuoyunu etkileme güçleri dolayısıyla kendi başına hareketin kendisi gibi görünüyordu. Bugün de anılarda yaşayan, gençliğin öğrenci talepleriyle başlayıp antiemperyalist kitle mücadelesine sıçrayan eylemleridir.
Sosyalizmin Değerlerine Sahip Gençler
Hareketin en önünde yer alan bazı gençler, emperyalizme karşı mücadele kararlılıklarını uluslararası boyutlara taşımış ve Filistin halkının İsrail işgalci güçlerine karşı mücadelesine katılmışlar ve bir bölümü orada canlarını vermişlerdir. Bu, Türkiye’nin ‘68’inin genel özellikleri düşünüldüğünde rastlantı ya da birkaç öğrencinin hevesinden doğan bir katılım değildir. Gerek dünya koşullarının gerekse bölgenin yakıcı sorunlarının böylesine bir ilgiyi doğurmuş olması, hareketin bütün unsurlarıyla enternasyonalist bir karakter taşımasına yol açmıştı.
Kuşkusuz gençlik hareketinin önderlerinin tümü, sosyalizmin değerlerine sahiptiler ve özlemini duydukları ve uğruna mücadele ettikleri devrimin dünya çapında bir bütünün parçası olduğunun da bilincindeydiler.
Silahlı Mücadele ve Kitle Desteği
Ne var ki, Avrupa’dan başlayarak, öğrenci gençliğin ve işçilerin hareketinin yarattığı büyük dalga, emperyalist burjuvazinin çok boyutla saldırısıyla geri çekilmeye başladığında, akışı tersine çevirmek için dünyanın pek çok ülkesinde gençlik hareketinin çıkan devrimcilerin pek çoğu silahlı örgütler oluşturarak mücadeleye başka bir boyutta devam etmeyi denedi.
Kitle destekleri, diğer şiddet uygulamalarının da etkisiyle giderek azalan hareketler, sönmeye başladı. Bu andan itibaren, her hareket içindeki en radikal unsurlar, giderek tecrit olan silahlı örgütler kurarak, “şehir gerillası” eylemlerine başladılar. Bunlar içinde, Weatherman örgütü, Vietnam Savaşı’nın metropole taşınması halinde önem kazanacağını ileri sürerek, “Savaşı ülkeye taşıyın” sloganını ortaya attı.
Anti-emperyalist mücadele içindeki halklara yardım etmek emperyalizme metropolde darbe vurmak gerektiği tezine dayanan bu hareket, daha sonra İtalya’da, Almanya’da, Japonya’da ortaya çıkacak olan Kızıl Tugaylar, Kızıl Ordu Fraksiyonu gibi örgütlerin öncülü oldu.
Bu hareketlerin tümü, kısa zamanda bittiler. Arkalarında hiçbir olumlu miras bırakmadan sahneden çekildiler.
Türkiye’de Silahlı Mücadele
Önemli farklılıklar göstermekle beraber, Türkiye’de de önce THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) ve ardından THKP-C Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Cephesi) silahlı eylemlere başladı.
Türkiye’nin farkı şuradaydı: Kapitalist metropollerdeki gençlik hareketleri gerçek bir sosyal hareketin ana gövdesini oluşturan işçi ve köylü hareketlerinin bir parçası değildi; bu yüzden kolayca söndürüldüler. Türkiye’de ise gençlik hareketi, bütün gelişimi boyunca işçilerin ve köylülerin mücadelesiyle paralel gelişmişti. Bu yüzden bütün önderlerinin öldürülmüş olmasına rağmen toplumsal muhalefet gittikçe sert biçimler kazanarak, 70’li yıllar boyunca devam etti.
Deniz Gezmiş’in Son Sözleri Bize Yol Gösteriyor
Bu kez, dünya yeni bir emperyalist saldırının eşiğindeydi ve gericileşme asıl akımdı. “Küreselleşme” adı altında, sermayenin dünya çapında egemenliğinin önündeki bütün engellerin temizlenmesi saldırısı, 70’li yılların sonuna doğru başlayacak ve Türkiye bu saldırıdan 12 Eylül askeri darbesi eliyle nasibini alacaktı. Türkiye’nin ‘68’i o zaman bitti.
İdamların 50. yılını anarken, Ortadoğu ve Avrasya’nın göbeği, çok daha karmaşık sorunlarla karşı karşıyadır. Her yönüyle emperyalistlerin birbirleriyle dalaşmalarının ve emperyalizmle halklar arasındaki çelişkinin kendisini kuvvetle hissettirdiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu koşullarda, ‘68’in antiemperyalist mirasının sahiplenilmesi ve ilerletilmesi daha da büyük bir önem taşımaktadır. Bu koşullarda, Deniz Gezmişin idam sehpası altında haykırdığı son sözleri, bütün ihtişamıyla yol göstermeye devam ediyor. “Yaşasın Marksizm-Leninizm’in yüce ideolojisi!”
Bir kez daha, cesaret ve kararlılıkla mücadeleye atılan ve canların veren arkadaşlarımızı saygıyla anıyor, her birinin sürüp giden mücadelede yüksek idealleri ile yaşadıklarını görmenin mutluluğuyla selamlıyoruz.
Aydın ÇUBUKÇU