Devrim; elimizi uzatsak yakalayacağımız kadar yakındı sanki…
Alpaslan Özdoğan, ODTÜ’nün devrimci öğrencilerinden ve Taylan’ın en yakın arkadaşlarından biri idi. Sanırım en son annem görmüştü Alp’i, Şekibe (Çelenk) ablaların evinde. Annem Necla Özgür ona bir isim bile takmıştı. Yakışıklılığı nedeniyle dünya jönlerini aratmayacak bir çocuktu.
Taylan’ın öldürülmesi Alp’te çok derin bir yara açmıştı. Bu yoldaşlığı daha sonra Halil Çelimli’den de dinlemiştik.
Olaylı yıllarda, Nurhak’ta Sinan, Kadir ve Alpaslan’ın öldürüldüğünü radyodan duyduğumuzda annemin o acı dolu hıçkırıklarını unutamam. Tıpkı Taylan’ın öldürüldüğü gün olduğu gibi o ana yüreğinin yanması…
Sinan ve Alp’i, annem Haseki Tedavi Kliniği’nde yatarken bir gece yarısı ziyaretlerinden biliyorum.
Annemde fark edilen aşırı bir zayıflama başlamıştı. Prof. Dr. Celal Öker’in ısrarı üstüne yatarak tetkiklerin yapılmasını kabul etmişti. Prof. Dr. Üstün Korugan ise o dönem Celal Hoca’nın asistanı idi. Sinan ve Alp, Üstün Ağabey’in nöbetinde gelmişlerdi. Annemin durumunu merak etmişler ve ona sarılıp nasıl da öpmüşlerdi ellerini…
O geri dönülmez yoldan bir daha dönemeyeceklerini sanki biliyorlardı. Sinan’ı son görüşümüzdü o akşam. Sinan’ın da oğlu Taylan’ı son görüşü olabilir sanırım…
Taylan’a Dikilen Kiremit Renkli Mont ve Pinokyo
Alpaslan’ı ilk gördüğümüzde sene 1967 idi. Annem, Taylan’a kiremit renkli, önden fermuarlı bir mont diktirmişti. Bir gün o montun önü lime lime olmuş vaziyette eve gelen Taylan, bir kimyasal döküldüğü için bu hale geldiğini söyleyince “Burnun pinokyo gibi büyümeye başladı” diyen annem, Alpaslan’ın o maviş gözlerini kırpmadan Taylan’a bakışını kaçırmamış olacak ki ekledi:
“Anneler çocuklarının burunlarının ne zaman büyüdüğünü hemen anlar”. Bu espri annem ve Alpaslan’ın arasında yıllar boyu süregelmiştir.
ABD Büyükelçisi Komer’in arabasını yakmaktan Taylan ve arkadaşlarının hakkında arama kararı çıktığında, 4 arkadaş anneannemin Yalova’daki evinde kalmışlardı. Annem oradan ayrıldıklarını öğrenince Alpaslan’a nerede olduklarını sordu. “Necla Anne burnum büyüyebilir, o nedenle cevap vermezsem bana kızmayın. Ama inanın güvendeler.” diyen Alparslan annemin içini rahatlatmıştı.
Birkaç gün sonra gazeteci Ahmet Kahraman, aranan ODTÜ’lülerle Akşam gazetesi için “KOMERZEDELER” diye 3-4 gün sürecek bir söyleşi yapmıştı. Amasya’nın bir köy imamının evindeki kaçakların hikâyesi ise daha anlatılmadı…
Komer davasında duruşma salonu böyle bir kalabalığı görmemişti… Av. Niyazi Ağırnaslı ve Av. Halit Çelenk ‘in tarihe damga vuran o çoşkulu savunması sonucu tüm tutuklu ODTÜ’lüler tahliye edilmiş, Şekibe ablanın ayakkabısının teki o tahliye cümlesi ile yaşanan duruşmayı izlemeye gelenlerin kargaşasında ayağından çıkıp kaybolmuştu…
Alpaslan ve Hüseyin İnan moral kaynağı olmuştu aileye…
Dayım, annem, babam ordu evinde kalıyorlardı. Ulucanlar merkez cezaevinden çıkışta hep beraber yemek yemeyi beklerken, Taylan ordu evindeki buluşmaya gelmemişti. Arkadaşları ile geçirecekti tahliye sonrası ilk günü. Annemin ısrarlı konuşması sonucu Kızılay’da yeni yapılan bir alışveriş merkezinin üst katında bulunan Set kafeterya ya Alpaslan ile beraber gelmişlerdi.
Alpaslan’ın nezaketini dayım (İlhami Alpagut) anlatıp dururdu.
Taylan’ın öldürülmesi Alpaslan’ı çok etkilemişti. Taylan’ı önce DÖB’lülerin ( Devrimci Öğrenci Birliği) merkez olarak kullandığı TMGT’ye ( Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı) oradan da ODTÜ’lülerin ısrarı ile Ankara’ya götürmelerine aile onay vermişti. Taylan; Yurtların önünde bir katafalkta iki gün kalacaktı. Bilim anıtının oraya defnedileceğini öğrenince babam; “çocuklar bunu bizden istemeyin, çocuğumuzun kemiklerini bile bu adamlar yok ederler” dediğinde ne kadar haklı
olduğunu daha sonra anlamıştık.
Cebeci asri mezarlığında bile mezar taşlarını paramparça etmişlerdi 12 Eylül döneminde…
(1970) Devrimci Kadınlar Birliği Genel Başkanı olan annemin, “Silvan olayları” diye adlandırılan bir soruşturma için Ankara Savcılığı tarafından ifadesi alınacaktı. Bu davaların avukatı Niyazi Ağırnaslı ve Halit Çelenk idi. Halit ağabeylerin evine gittiğinde Gülay Özdeş ve Alpaslan Özdoğan ile karşılaşan annem, Şekibe Abla (Çelenk) ile birlikte olayların farkındaydı. Konuşmaları sessizce dinleyen Alpaslan’ın başı önündeydi. Gözlerine bakmadan her soruyu cevaplamasına üzülen annem çenesinden tutup “Yüzüme bak Alp” dediğinde, başını kaldırıp “… Burnum mu büyüsün Necla Anne sana yalan söyleyerek? Geriye dönüşü yok artık. Bu halk belki bizi, bu ülkeyi çok sevdiğimizi 50 yıl sonra anlayacak; halkların kardeşliği, bağımsızlık uğruna ölenleri hatırlayacaktır.” demişti. Şekibe Abla’nın ve annemin ağlaması onları durduramamıştı. Bu inanmışlıkla ölüme gitmek…
Taylan’ın öldürülüşünden 24 saat evvel ODTÜ yurdunda çektirdiği fotoğrafta Alpaslan da vardır.
İzmir Buca Mezarlığı’ndaki resimde o maviş gözlerini görürsünüz. O mezar hep bakımlı. İzmir’in gençleri yalnız bırakmıyor. Tabii ki İzmir’de yaşayan arkadaşları da…
Nurhak’ta öldürülen Sinan, Kadir, Alpaslan’ın acısına ertesi gün Hüseyin Cevahir’in acısı da eklenecekti. 12 Mart’ın faşist generalleri ve işbirlikçileri üzerimize kurşun, bomba yağdırmaya devam ediyordu.
20’li yaşlarda ki gençlerin tek sevdası; ülkelerinde ezilen halkların daha mutlu, daha huzurlu bir ülkede eşit vatandaşlar olarak yaşamaları için, ölümü bile küçümseyerek yola devam etmekti…
Devrim; elimizi uzatsak yakalayacağımız kadar yakındı sanki…
Hale Özgür Kıyıcı
Kaynak: ikrarhaberajansı.com