O Motorsiklet Kimleri Taşımadı Ki
ODTÜ Motor Kulübü’nün kurucularındandı. Motosikletiyle kimleri taşımadı ki; Ulaş Bardakçı, Yusuf Aslan, Cihan Alptekin… Onun motosikleti bir belgesele konu olacaktı. Kalbinden rahatsızdı, çekimler için iyileşmesi bekleniyordu.
“ODTÜ’ye 68 yılında girip 78 yılında mezun olmak gibi bir ayrıcalığa sahibim” derdi. 68 kuşağı diye anılan kuşaktan, dünyayı ve Türkiye’yi değiştirmek isteyen seçkin devrimcilerden biriydi. 68 hareketinin anti-kapitalist, anti-emperyalist hedeflerinin her zamankinden daha fazla geçerli olduğunu savunuyordu.
Tayfur Cinemre’den söz ediyoruz. 26 Mayıs günü İstanbul’da kaybettik, Tayfur’u (2019). Kalp pilinin değiştirilmesi için yattığı hastaneden çıkamadı.
Tayfur’un ablası Ümit Cinemre ile İzmir Ziraat Bankası Soygunu Davası’nda birlikte yargılandık. Ümit, bize “yardım ve yataklıktan” bir süre tutuklu kaldı…
ODTÜ Baskını
Amerikalı askerlerin THKO militanları tarafından kaçırılmasından bir gün sonra, 5 Mart 1971 günü militanların ODTÜ’de saklandıkları duyumu üzerine polisin ODTÜ baskını gerçekleşmişti. Aramaların gittikçe yoğunlaştığı günlerde, THKO önderleri dağdaki yoldaşlarına katılma zamanının geldiğine karar verirler. Hüseyin İnan bir süre daha Ankara’da kalacak, Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil, Yusuf Aslan ve Tayfur Cinemre, iki grup halinde, motosikletlerle Malatya’ya hareket edecektir.
15 Mart akşamı yola çıkılır. Cemgil, Cinemre ile birlikte, Gezmiş, Aslan ile birlikte yol almaktadır. Cemgil ve Cinemre, radyodan Gezmiş ve Aslan’ın yakalandığını öğrenir. Bunun üzerine hemen kaldıkları evin terk edilmesine karar verilir. Tayfur Cinemre, Ankara’ya geri dönerek Hüseyin İnan’a buluşma yerini söyler.
Sansaryan Han’da 43 Gün
“31 Mayıs 1971 Türkiye devrimci hareketinin tarihinde karanlık bir gün. O gün, Nurhak’ta Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan’ın vuruldukları, İstanbul Maltepe’de Hüseyin Cevahir’in öldürülüp Mahir Çayan’ın yaralı olarak yakalandığı, Tekirdağ’da ise Cihan Alptekin’in bir sürek avı sonunda yakalandığı tarih. Hepsi aynı gün içinde oluyor. Tekirdağ’da tüm şehrin ve koca bir jandarma alayının saatlerce sürdürdüğü bir sürek avı sonunda yakalandığımızda bekçisinden askerine, trafik polisinden jandarmasına şehirdeki tüm kolluk kuvvetlerinin elinde linç edilmekten kıl payı kurtulmuştuk” diyor, Cinemre.
Bir generalin müstehzi bir edayla, “Halk için savaştığınızı söylüyorsunuz; dışarıda sizi yuhalayan şu halka bakın” demesi üzerine, kanlar içinde yerde yatan Cihan, “Şu sabahtan beri yayın yapan belediye hoparlörlerini yarım saatliğine bize verin de görün o zaman o halkın kimi yuhalayacağını” demesiyle birlikte küplere binen paşa, Cihan ile Tayfur’un üzerine yürür, elindeki general asası ile vurmaya başlar.
Sabaha karşı İstanbul Sirkeci’deki bütün siyasi tevkifatların, Şefik Hüsnü’den Nazım Hikmet’e, Milhri Belli’den Ruhi Su’ya kadar yüzlerce sosyalistin yolunun geçtiği Sansaryan Hanı’na götürülürler.
Tabutluk
Hücreler doludur. Hücrelerde THKP-C davasından Necmi Demir, İlkay Demir, Kamil Dede, İrfan Uçar, Ziya Yılmaz ve Necati Sağır kalmaktadır.
Cihan ile Tayfur hücrelerin hemen yakınındaki 51 tevkifatından kalma tabutluklardan birine, bileklerinden birbirine kelepçeli olarak konulur.
Cinemre, tabutluğu şöyle tarif eder: “Yaklaşık olarak eni 80, boyu 150, yüksekliği ise 150 cm. Bir kişinin bile içinde ne yatması ne de ayakta durabilmesi mümkün değil… Üstelik içerisi havasız mı havasız. Öyle ki boğulup kalacağız neredeyse.”
İkinci gün başlarını yukarı kaldırdıklarında tavana kurşunkalemle yazılmış, soluk bir yazı görürler:
“Şerefinle girdin, şerefinle çık…
İhtilalci namusuna halel getirme…”
Sansaryan Hanı’nda 43 gün geçirirler.
Cinemre anlatıyor:
“Hücrelerde hepimizin durumu perişandı. Falaka ve elektrikten hiçbirimizde takat kalmamıştı. Özellikle Cihan’ın, Necmi’nin, Ziya’nın ve İrfan’ın durumu yürek parçalıyordu. Ayakları tamamen parçalanmış, etleri sarkıyordu. Kangren olma tehlikesiyle karşı karşıyaydılar.
“Akşamları mesai bitiminden sonra ortalık önce biraz sakinleşiyordu. Daha sonra birden hareketleniyordu. İşkenceye götürülecekler gece yarısından sonra alınıyorlardı hücrelerinden. İşkence tezgahlarından yükselen çığlıkların Emniyet Müdürlüğüne gündüz dışarıdan gelenlerce duyulmaması için böyle bir yol izliyorlardı.
“Hava karardığı zaman herkes sırasını bekliyordu. Kimin ne zaman sorguya götürüleceği belli değildi. Bazı geceler sabaha kadar çığlıklar devam ediyordu. Sesler binanın havalandırma boşluklarından her tarafa yayılıyor, kulaklarımızı tırmalıyordu. Bu çığlıkları dinleyerek sıranın gelmesini beklemek de işkence senaryosunun bir parçasıydı zaten.
“Sorgularımız işkencede uzmanlaşmamış olan 2. Şubede yapılıyordu. Ne de olsa her türlü asayiş vukuatında falakaya, daha da yetmedi mi elektriğe başvurmaya alışmışlardı.
“Bizden birkaç hafta önce Sarp Kuray geçmişti tezgahlarından. Onun işkencede çekilmiş fotoğraflarını gösteriyorlardı bize.
“Telefonlu hücre sakinlerinden en ağır işkenceyi görenlerden biri de Cihan’dı. İnatla eylem arkadaşlarından o güne kadar deşifre olmamış olanların ismini vermemekte direniyordu.
“Ayak tabanlarında deri namına birşey kalmamıştı. Kangrene doğru giden bu durumda işkenceyi sürdürebilmek için işkencecilerin önlem alması gerekiyordu. Bir gün baktık ki bir doktor yanında bir hemşireyle çıkageldi. Yaralarımızın pansumanını yapacaklardı.
“Hücre komşumuz, İlkay Demir tıp öğrencisiydi. Doktora sordu : “Hipokrat yeminini bunun için mi ettin sen?”
“Böyle bir soruyu hiç beklemeyen doktor şaşırdı : “Ben görevimi yapıyorum, yaralarınızı tedavi etmeye geldim”
“İlkay bu sefer daha sert çıktı: “Tabii ya, tedavi etmeye… İşkenceye devam edilebilmesi için. Yaptığınız bizleri işkenceye hazırlamaktan başka bir şey değil. Bırakın yaralarımız kurtlansın.”
Tayfur bir yazısını Fransız ihtilalinin devrimci şairi Beranger’in dizeleriyle şöyle bitiriyordu:
Cumartesi yolun düşerse kıyıya bir gün
Ve maviliklerini enginin seyre dalarsan
Dalgalara göğüs germiş olanları hatırla
Selamla, yüreğin sevgi dolu
Çünkü onlar fırtınayla çarpıştılar
Eşit olmayan bir savaşta
Ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden önce,
Sana liman gösterdiler uzakta.
Pierre Jeanne de Beranger (1780 – 1857)
Hikmet ÇİÇEK
Kaynak: odatv