“Daha yeni kımıldıyoruz; otur otur çürüdük köşemizde yıllardır. Herkeste bir ürkeklik. Doktorun (Şefik Hüsnü) Mihri’ye gösterdiği yakınlık da bundan; Parti’nin umutsuzluğa düştü düşecek, eski, uyuşuk kadrolarına moral getirdi bu genç arkadaş, dedi bir gün. Yalan mı? Sinmiş gibiydik hepimiz. Son toparlanmada başı çeken de o, Reşat söyledi.”
Vedat Türkali’nin Güven romanını okuyanlar yukarıdaki paragrafı hatırlayacaklardır.[1]Türkali, Mihri Belli’yi tanımlarken onun devrimci ve hırslı kişiliğini çok güzel özetlemiş…
Bir Komünist Gibi Tavır Aldı
Belli’nin TKP Merkez Komitesi’ne koopte/kabul[2] edildiği yıllar, ikinci emperyalist paylaşım savaşının en zorlu zamanlarıydı. Türkiye hakim sınıflarının Hitler’i alkışladığı ve Türk devletinin Nazizm’in rotasına girdiği, pantürkist-faşişt çetelerin palazlandığı ve komünist olmanın hem yasal anlamda[3] hem de devlet propagandası düzleminde “vatan hainliği” olarak dikte edildiği yıllardı. İşte Belli o günlerde, bir komünist nasıl tavır alması gerekiyorsa öyle tavır almıştı.
DTCF’de Aydınlarla Tanışması
1937 yılında üniversite okumak için gittiği ABD’de Komünist Partisi’ne katıldı.[4] ABD’nin en gelişmemiş bölgelerinden olan Missisippi’de, toprak emekçileri ve yarıcılar içinde komünist faaliyet yürüttü. Memlekete gelir gelmez TKP’yi aradı. İlk önce DTCF’deki solcu aydınlarla tanıştı ama kendi ifadesiyle onlarda aradığını bulamamıştı.[5]Belli aradığını bulamadığı bu aydın çevreyle 1960’lı yıllarda derin bir ideolojik-siyasal ayrılık ve kriz yaşayacaktı. Bu anlamda o gün Belli’yi tatmin etmeyen ve onu partiyi bulmaya sevk eden motivasyon, ilerideki ayrılık ve krizin kökeni olarak da değerlendirilebilir.
“Saraçoğlu Faşisttir” Pankartı
Amerikan yoksullarının arasında geçen çileli ama güzel zamanların genç komünisti, faşizme karşı direnen ELAS’ın Kaptean Kemal’i, Süleymaniye Camii’nin minarelerine çıkıp “Saraçoğlu faşisttir” pankartını asan militan; Denizlerin, Mahirlerin ve İbrahimlerin devrimci ağabeyi…
Nam-ı diğer eski tüfek…
Belli’nin yaşamı efsaneleşmiş bir gerçektir.
Bu yazı, ölümünden on bir yıl sonra onun devrimci hayatını bir bütün olarak değerlendirme ya da klişeleşmiş bir özgeçmiş sunumu yapma iddiası taşımamaktadır. Biz Mihri Belli’yi 1951 Tevkifatı sonrası cezaevinden çıkışı ve 12 Mart darbesi arasındaki izlediği siyasal çizginin etkileri açısından, nesnel ama hakkını da vererek değerlendirmeye çalışacağız. Belli; ülke tarihinde, sosyalist solun en fazla büyüme ivmesi yakaladığı dönemlerde birkaç karar verici özneden biriydi. Belli’yi tarihsel bir kişilik hâline getiren en önemli gerçekliklerden biri de budur. Biz bu meseleye özel bir mercek tutacağız.
MDD Tezleri
Sanılanın aksine, Mihri Belli’yle birlikte anılan Milli Demokratik Devrim (MDD) tezleri, değişmez, dogmatik bir ideolojik-siyasal basmakalıbı temsil etmiyordu. Tezler kendi içinde basmakalıp referanslara sahip olsa da, o referanslar da güncel siyasete dair tarihsel referans arama çabasından başka bir şey değildi. MDD, 1960 sonrası Türkiye’sinde sınıf tahlili yaparak ve Türkiye’nin geleneksel siyasal dinamiklerini de esas alarak, pratik politik bir yol öneriyordu. Konjonktürel bir tutumdu. Eksikti, bazı kritik meseleler bulanıktı ve en önemlisi etrafında topladığı büyük bir toplumsal enerjiyi partileştirememişti ama kesinlikle devrimci bir arayışı temsil ediyordu.
Zaten 1971 devrimci sıçrayışının zemini Mihri Belli ve MDD çizgisi üzerinden şekillenecekti. Mahir’in THKP-C’si, Denizlerin THKO’su ve İbrahim’in TKP-ML’si bu zemin üzerinden ve hatta bu zeminle de hesaplaşarak devrimci sıçrama yapmışlardı. Bugünden geçmişe baktığımızda, işçi sınıfı devrimciliğinin ya da sosyalizm mücadelesinin en fazla kitleselleştiği ve bugüne hâlen ilham olan devrimci değerlerin yaratıldığı 1971-1980 arası dönem de hâliyle, yine bu zemin üzerinden oluşmuştu.
Tarihsel Dinamikler
MDD tezi Tarihsel TKP’nin kırk yıllık mücadele deneyiminin de politik bir çıktısıydı. Elbette MDD tezlerinin günahlarında ve sevaplarında Belli’nin özel bir rolü vardır, çünkü tezleri derli toplu hâle getiren ve fiili mücadeleye dönüştüren Belli’ydi ama Türkiye kapitalizminin tahlil edilmesi; Komintern’in, dolayısıyla TKP’nin Kemalizm ve ulusal sorun değerlendirmeleri; Komintern’in Sovyetleri korumak için TKP’yi boşa çıkarma siyaseti ve 1937’de TKP faaliyetlerinin resmen durdurulması; devletin On Beşlerin katlinden 1951 Tevkifatı’na uzanan baskı ve terör siyaseti; 27 Mayıs müdahalesinin yarattığı siyasal ortam; ikinci emperyalist savaştan sonra Hindiçini’de, Latin Amerika’da, Orta Doğu’da ve Afrika’da başlayan ulusal kurtuluş mücadeleleri MDD tezlerini yaratan tarihsel dinamikleri temsil ediyordu.
Yani MDD tezleri Şefik Hüsnü önderliğindeki Tarihsel TKP’nin kırk yıllık mücadele deneyiminden süzülmüş siyasal bir çıktıydı. Bu tezler Şefik Hüsnü’den sonra Mihri Belli dışında Reşat Fuat Baraner, Şevki Akşit, Erdoğan Başar, Şerif Tekben, Ziya Oykut, Şaban Ormanlar ve Hulusi Dosdoğru gibi Tarihsel TKP kadroları tarafından savunuldu. Bu kadrolar aynı zamanda; memleketi terk etmemiş, Doğu Avrupa’da radyoculukla uğraşmayı tercih etmemiş, mücadeleyi memlekette sürdürme konusunda inat etmiş komünist kadrolardı.[6]Belli, işte bu kadronun fiili önderi hâline gelmişti.
Milli Cephe
Belli MDD’yi önerirken, onu bir sınıf tahliline dayandırıyordu: Emperyalizme ve ona bağlı komprador burjuvaziye, feodal kalıntılara karşı milli sınıfları temsil edecek Milli Cephe inşa edilmeliydi. Güncel devrimci çözüm buydu. Komprador burjuvazi emperyalist tekellerin ülkedeki acentesiydi, çıkarları gereği milli değildi, feodal sınıflar da komprador burjuvazinin çıkar ortağı olan, çağ dışı büyük toprak sahibi sınıflardı. Belli için en milli sınıf işçi sınıfıydı. Milli Cephe, komprador burjuvazi ve feodal sınıflar dışındaki bütün halk sınıflarını kapsıyordu.
Halk Sınıfları Tanımı
Belli’nin halk sınıfları olarak tanımladığı sınıflar; çoğunlukla proleteryadan da daha yoksul bir hayat süren şehir ve köy yarı-proleterleri; yoksul köylülük, yani köy yarı-proleterlerini de içine alan ve bunun yanı sıra ailesinin geçimine yetmeyen miktarda toprağa ve tarım araçlarına sahip bulunmakla birlikte, çoğunlukla iş bulamadığı için yarı-proleter durumunda görünmeyen, Türkiye toplumunun en geniş ve yoksul tabakasını teşkil eden kitle; şehir ve köy küçük burjuvazisi, yani bir miktar toprağa ve diğer üretim araçlarına ya da bu ikisinden birine sahip olmakla birlikte, başkalarını sömürerek değil, emeğiyle yaşayan ve kurulu sömürü düzeni içinde sömürülenler safında yer alan şehirlerdeki küçük burjuvazi ve tarım bölgelerinin orta köylüsü, yani bir avuç dışında Türkiye emekçi halkıydı.[7]
MDD tezleri yukarıdaki sınıf tahliline dayanmakla birlikte aynı zamanda Türkiye’deki siyasal dinamiklerin pratik siyasal olarak değerlendirilmesine de dayanıyordu. Belli’yi Avcıoğlu’nun Yön-Devrim hareketine yönlendiren ve Kemalizm’e gereğinden fazla anlam vermesinin nedeni bürokrasi ve ordu içindeki “sivil-asker zümre” dinamiğinin varlığıydı. Belli’nin gözünde Yön-Devrim çevresi burjuva radikalizminin siyasal ifadesiydi ve onun devlet aygıtı içinde azımsanmayacak bir tabanı da vardı.
Milli Burjuvazi
Meseleyi gerçekçi bir perspektifle değerlendirecek olursak, Belli’nin feodal sınıflar analizi de ve milli burjuvazi tarifi de ziyadesiyle problemliydi.
Örneğin Belli’ye göre, büyük toprak sahipleri kapitalist tarım işletmesi görüntüsü altında derin feodal izler taşıyan bir tahakkümü sürdürüyordu. Belli kapitalist işletmede feodal izler gözlemliyordu.[8] Buna benzer başka bir zorlama da milli burjuvazi mevhumuna ilişkindi. Milli burjuvaziye ilişkin MDD içinde hemfikir olunmuş ve net bir tanım yoktu.[9]
Yine Belli’nin anti-Kemalist karşı devrim tanımı da oldukça sorunluydu. Karşı devrimin başlangıcını 1942’de hükümet olan Saraçoğlu’yla başlatıyordu.[10]Ayrıca Lenin’in 1905’te, burjuva devrim sırasında yazdığı İki Taktik’i MDD tezlerine dayanak olarak göstermesi de zorlama bir çabaydı.[11]
Sosyalist Kemalist İttifakı
Belli’nin abartılı sınıf tahlilleri, aşırı Milli Cephe vurgusu, Kemalizm’in gerici/burjuva-şoven niteliğini yadsıması ve Kemalizm’i salt ilerici refleksleriyle değerlendirmesi tamamen döneme özgü, pratik politik tutumlardı. Belli’nin devrimci denklemi esasen Sosyalist-Kemalist ittifakına dayanıyordu. Yön-Devrim çevresiyle olan münasebetinin özeti de buydu. Belli, Milli Cephe siyasetini; bilinçli işçilerin ve köylülerin, Amerikan karşıtı ve yüzü sola dönük olan gençliğin ve devlet içindeki sol müdahaleye açık “zinde” güçlerin ittifakı olarak sunuyordu.
Belli’nin abartılı sınıf tahlilleri ve bulanık siyasal programına rağmen; MDD’cilik eylemci çizgisi ve pratik duruma yanıt verebilme kabiliyeti sayesinde, başta devrimci gençlik, işçiler ve köylüler arasında ciddi bir devrimci enerjiyi ortaya çıkardı.[12]
Haluk Yurtsever’in “Behice Boranların TİP’i eylemsiz, MDD hareketi ise programsızdı” saptaması çok isabetlidir.[13]Belli önderlik ettiği hareketin “halk sınıfları” içinde yarattığı enerjiyi devrimci bir program ve parti çatısı altında toparlayamadı. Açacak olursak, programsızlık eleştirisinin spesifik vurgusu parti inşasından yoksunluğa yöneliktir. Belli, sonrasında bu ciddi eksiklik nedeniyle, özellikle çevresindeki gençlik liderleri tarafından ağır bir dille eleştirilecekti.
Gençlik Liderleri İle Yapılan Toplantı
19 Mayıs 1969 tarihinde Mihri Belli’nin annesinin evinde toplanan devrimci gençlik önderlerinin Belli’den ortak beklentisi, parti meselesinde nasıl tutum alacağına ilişkindi. Belli’nin devrimci gençliğin beklentisine olumlu yanıt vermemesi büyük bir kırılmaya yol açtı. Belli’nin etrafında kümelenen devrimci gençlik önderleri bir daha yan yana gelmemek üzere ondan uzaklaştı.
1969’da Neden Parti Kurmadı
Belli, Emin Karaca’ya yıllar sonra verdiği bir mülakatta, parti kurmama meselesine ilişkin özeleştiri sayılabilecek bir yanıt verdi:
“-Peki bütün bu mücadele yıllarınızda, keşke şunu da şöyle yapsaydım dediğiniz oldu mu hiç?
-1969 senesinde Yargıtay oy birliğiyle “Milli Demokratik Devrimi savunmak suç değildir” kararı vermişti. İşte o zaman legal bir parti kurma konusunda herkesi ikna edebilirdim. Tandoğan Meydanı’nı 10 bin kişi ile, 20 bin kişiyle doldururdum. Kurucu olarak 15-20 kişi ile dilekçemizi vermeye giderdik İçişleri Bakanlığı’na, muazzam bir yürüyüş olurdu. Polis ve kolluk kuvvetleri edepsizlik edemezdi. Biz partiyi resmen kurduk derdik, dava açarlardı, kapatılırdı belki. Dava aylarca sürecekti, her gün gazete manşetlerinde olacaktık. Sonunda kesin olarak kapatsalar da biz “Bizden günah gitti” diyecektik. Bu durumda 12 Mart darbesini çok daha iyi karşılardık. Yenilgi yine olurdu belki ama, çok çok iyi karşılardık darbeyi. Zaman zaman keşke böyle bir şey yapsaydım dediğim olmuştur. 1975’te de Türkiye Emekçi Partisi’ni alelacele kurmamız hataydı.”[14]
Bize kalırsa Belli’nin mücadele hayatından çıkarılacak en büyük ders bu yanıtın ta kendisidir. Düzeni tahlil ederken yaptığı zorlama çıkarımlar, sorunlu Kemalizm değerlendirmeleri, “aydın-sivil zümre”ye yüklenen anlam…
Bunların hepsi telafi edilebilir ancak hayatı belirleyen şey “dünyayı değiştirme” iddiası adına yapılan telafisi olmayan hatalardır. Belli’nin dediği gibi belki parti kurulsaydı da yenilecekti ama en azından derli toplu şekilde düzenin karşısına çıkma olanağı bulacaktı.
Parti kurmama kararı, hem Belli’nin kişiliğinde hem de sosyalist hareketin tarihinde önemli bir kırılmayı temsil ediyor. Belli hayatı boyunca işçi sınıfı davasına bağlı kaldı ama bir daha hiçbir zaman 1969’dan önce yarattığı etkiyi yakalayamadı. Sonraki yıllarda Kürt sorunu ve sosyalistlerin birliği meseleleri başta olmak üzere, birçok meselede cesur tutumlar aldı ve uğraşlar verdi ama hayata siyaseten müdahale etme olanağı bulamadı. Hamza Yalçın bir yazısında “O, söze değil davranışa önem verirdi.” demişti.[15] Gerçekten de asıl olan eylemdir, davranıştır. Belli’nin hayatı, aldığı ve alamadığı kararlar, bunun en somut örneğidir.
Mihri Belli’nin tarihsel kişiliğini yazının başında çizdiğimiz çerçeve düzlemde değerlendirirken, kısaca dönemin diğer sosyalist figürleriyle; Zeki Baştımar, İsmail Bilen, Behice Boran ve Mehmet Ali Aybar’la olan karşıtlıklarını da kısaca ele alarak söyleyeceklerimizi sonlandıralım.
Onun Devrimci Yaşamı Hem Büyük Bir Miras Hem De Bir Ders
Burada ne 1951 Tevkifatı’nda Baştımar’ın işkencedeki tutumunu ne Bilen’in Sovyet memurluğunu ne Boran’ın eski tüfeklere karşı duyduğu öfkeyi ne de Aybar’ın TİP’in selameti için Mihri Belli’yi polise ihbar etmeyi düşünmesini[16] tartışacağız. Bunlar başka bir yazıda etraflıca tartışılabilir.
Belli; devrimci öncüler ve emekçi kitleler üzerinde, eylemciliği ve cesaretiyle 1. TİP çevresini; memlekette devrimcilik yapma ısrarıyla da mülteci parti çevresini aşan bir etki yaratmıştır. Bu tarihsel kişilikler arasındaki ilişkilerin, Belli açısından bakıldığında en temel gerçeği budur.
1968 sonbaharında ABD’nin Türkiye büyükelçisi olarak atanan Kommer, 6 Ocak 1969 tarihinde ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş’ı ziyarete geldiğinde arabası devrimci gençlik tarafından yakılmıştı. Kommer olayın ardından gazeteci Mete Akyol’a verdiği mülakatta Mihri Belli’yi şu şekilde işaret etmişti:
“Gerçek ve önemli bir solcunuzdur. Ona çok dikkat etmeniz gerek, o da Mihri Belli.”[17]
Vietnam Kasabı Kommer’in ifadeleri yukarıda belirttiğimiz iddianın da sağlaması niteliğindedir.
Hatasıyla, günahıyla Mihri Belli inançlı bir mücadele geleneği bırakmıştır ardında.
Belli her şeyden önce sahici bir hayat yaşamıştır. Ne söylediyse onu yapmıştır.
Onun devrimci yaşamı ülkemiz ve dünya komünistleri açısından hem büyük bir miras hem de derstir.
Kerem YILDIRIM
[1] Güven, Cilt-3 (Daldaki Kiraz), Vedat Türkali, Gendaş Kültür, sy. 96, İstanbul, 1999.
[2] İnsanlar Tanıdım, Cilt-1, Mihri Belli, Doğan Kitap, sy. 232, 2. Baskı, İstanbul, 1999.
[3] Türk Ceza Kanunu 141. Madde/1: Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeye veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses iktisadı veya sosyal temel nizamlardan her hangi birini devirmeye matuf cemiyetleri her ne suret ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül edenler veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler veya bu hususlarda yol gösterenler sekiz yıldan on beş yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılırlar. Türk Ceza Kanunu 142. Madde/1: Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak vahut memleket içinde müesses iktisadi veya sosyal temel nizamlardan her hangi birini devirmek veya devlet siyasi ve hukuki nizamlarını topyekûn yok etmek için her ne suretle olursa olsun propaganda yapan kimse beş yıldan on yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır.
[4] “Eski Tüfekler”in Sonbaharı, Emin Karaca, Gendaş Kültür, sy.172, 2. Baskı, İstanbul, 1999.
[5] İnsanlar Tanıdım, Cilt-1, Mihri Belli, Doğan Kitap, sy. 196, 2. Baskı, İstanbul, 1999.
[6] Türkiye Solu (1960-1980), Ergün Aydınoğlu, Vesus yayınları, sy.172, 3. Baskı, İstanbul, 2011.
[7] Türkiye Solunda Üç Tarz-ı Siyaset, Mustafa Şener, Yordam Kitap, sy. 183, 2. Baskı, İstanbul, 2015.
[8] Age., 182.
[9] Age., 183.
[10] Age., 178.
[11] Yükseliş ve Düşüş, Türkiye Solu (1960-1980), Haluk Yurtsever, Yordam Kitap, sy. 93, 2. Baskı, İstanbul, 2016.
[12] Age., sy.92.
[13] Age., sy.95.
[14] “Eski Tüfekler”in Sonbaharı, Emin Karaca, Gendaş Kültür, sy.36, 2. Baskı, İstanbul, 1999.
[15] https://siyasihaber9.org/devrimci-hareketin-ogretmeni-mihri-belli
[16] Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce-Sol, Cilt-8, İletişim yayınları, sy. 552, 4. Baskı, İstanbul, 2018.
[17] https://www.guneygundemi.com/kose-yazilari/kommer-ne-demek-istedi
Bu makale yazarın bilgisi dahilinde www.odakdergisi2.com internet sayfasından alınmıştır.