1887’de Selanik’te doğdu. Varsıl bir ailenin çocuğuydu. Babası Selanik’te ünlü bir avukattı. O’nun da hukuk okumasını istiyordu. Ancak o hukuk okumak istemedi, çünkü avukatlık ihtilalci mesleği değildi. O ihtilalci mesleği(1) olan doktorluğu seçti. Dönemin devrimci cereyanı olan Jöntürklük içerisinde en gözde meslek doktorluktu. Çünkü halkın sağlığı kadar hayatı da tedaviye muhtaçtı. Bu gerekçeyle doktor olmayı seçti.
1905’te ailesinden gizli ihtilal şehri Paris’e gitti. Haliyle ailesinden maddi bir yardım almadan okuması gerekiyordu. Başının çaresine baktı. İlk önce fen fakültesinde okudu, sonra tıp fakültesinde okumaya hak kazandı. Ömrünün sonuna kadar birlikte olacağı Leokadya’ya burada aşık oldu.
Aynı yıl Emile Zola’nın romanlarıyla tanıştı.
Sosyalist dünya görüşünü benimsemesinde Zola’nın etkisi büyüktü.(2) Ardından Rus Devrimi(1905) patlak verdi. Gelişmeler onu adım adım işçi sınıfının devrimci davasına yönlendiriyordu. Sonra ünlü Fransız Sosyalisti Jaures’in düşünceleriyle tanıştı. İlk olarak Jaures’in Büyük Fransız Devrimi Tarihi’ni okudu. Jaures’in konuşmacı olduğu mitinglere katıldı. Daha sonra Fransa Komünist Partisi’nin yayın organı olan Humanite’yi düzenli olarak takip etti.
Türkiye’de 1908 Devrimi oldu. Türkiye’de olanları büyük bir heyecanla Paris’ten izliyordu ve bu izlenimlerini Humanite için haber haline getiriyordu.
Üniversite öğrenimi biter bitmez Marx ve Engels’in eserlerini okumaya yöneldi. Artık politik açıdan netleşmişti. Marksizmi bu dönemden itibaren dünya görüşü olarak benimsedi.
1912 Eylül’ünde yurda döndü. O sırada Balkan Savaşı patlak verdiği için orduya alındı. Beş yıl boyunca orduda doktor olarak görev yaptı. 1917 Kasım’ında Bolşevik Devrimi oldu. Rusya’daki proleter zafer onun devrimci heyecanını daha da arttırmıştı.
Birinci Dünya Savaşı boyunca, 1918 mütarekesine kadar Merkez Askeri Hastane İç Hastalıkları bölümünü yönetti. İçinde bulunduğu ortamdan ötürü düzenli bir politik çalışma yürütemedi. Ancak buna rağmen çevresindeki askerlere ve subaylara sosyalizm propagandası yapmaktan geri durmadı.
Askerden terhis olmuştu. O sıralar Almanya’dan dönen Spartakist Kurtuluş grubuyla tanıştı.(3) Kurtuluş’un başında, Türkiye egemen sınıflarının 28 Kanunisani’de katlettiği on beşlerden Ethem Nejat vardı. Kurtuluş yayın hayatına Almanya’da başlamıştı. Şefik Hüsnü’nün de katılımıyla Kurtuluş daha da güçlenmişti.
İşte Şefik Hüsnü’nün Türkiye komünist hareketine kırk yıl boyunca önderlik edeceği mücadele tarihi böyle başladı. 1919’da Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nı kurdu ve yönetti. İstanbul işgal edilince parti çalışmaları zorunlu bir şekilde askıya alındı. 1921’de Aydınlık’ı çıkardı. 1922’de Komünist Parti Manifestosunu Türkçeye çevirdi. 1923’te kendi ifadesiyle komünist gazete Vazife’yi çıkardı. 1924’te de Orak Çekiç dergisini kurdu.
Türkiye kapitalizminin gelişimini ve sınıf ilişkilerini tahlil etti. (4)Türkiye Devrimi’ne ve sınıf mücadelesine ilişkin, özellikle 1919-1925 yılları arasında ve 1939 sonrasında özgün tezler ortaya attı.
İlk kez 1923 yılında 1 Mayıs münasebetiyle tutuklandı. Ömrünün on yılı aşkın bir dönemini komünistlik davasından hapiste geçirecek olan Şefik Hüsnü’nün, burjuvazinin mahpusuyla ilk tanışması da böyle olacaktı.
Türkiye Komünist Partisi 10 Eylül’de Bakü kongresinde kurulmuştu ancak on beşlerin katledilmesinden ötürü, Bakü’de kurulan partinin ömrü çok kısa oldu. Ankara’da İştirakyuncular vardı. İstanbul’da Aydınlık çevresi dışında Beynelminel İşçiler İttihadı da Komintern’de bağlı bir işçi örgütüydü. Ankara’daki parti devlet terörüyle kapatıldı, kadroları büyük ölçüde dağıldı. Bakü’deki partiden kalan kadroların Türkiye ile bağı zayıftı.
Şefik Hüsnü 1925 yılında Akaretler’de başta İşçi ve Çiftçi Fırkası olmak üzere, diri kalmış bütün komünistleri Türkiye Komünist Partisi’nin Türkiye’deki kuruluş ve birlik kongresinde topladı. TKP memleketteki birleşik ve sürekli mücadelesine böyle başladı.
Komintern memurlarının Şefik Hüsnü’yü haksızca TKP’den uzaklaştırdığı dönemde dahi komünist davadan bir milim uzaklaşmadı ve Türkiye komünistlerinin fiili önderi olmaya devam etti. Türkiye’de yaşadığı dönemlerde TKP’ye düzenlenen bütün operasyonlarda baş hedef oldu.
Türkiye’deki yaşamı boyunca; eğer cezaevinde değilse ya illegal bir yaşam sürüyordu, ya askerdeydi, ya Komintern görevlisi olarak yurtdışındaydı ya da sürgündeydi.
Yalnızca Türk egemen sınıflarının zulmüne uğramadı. Komintern görevlisi olarak gittiği Almanya’da Bulgar komünist Dimitrov’la birlikte Reichstag yangınının faili olmaktan da yargılandı. Alman faşistleri onu hapse atmakla kalmayacaktı, bu olaydan yıllar sonra da biricik kızı Meryem’i Polanya’da öldüreceklerdi.
Şefik Hüsnü yalnızca Türkiye komünistlerinin değil, dünya komünist hareketinin de önderlerindendi. Uzun bir zaman dünya komünist hareketinin merkezi olan Komintern(Komünist Enternasyonal)’in yönetim kurulu üyesi olarak çalıştı. Yine Komintern’in yayın organı Anti-Emperyalist Liga’yı yönetti ve yazılar yazdı. Ayrıca KUVT(Doğu Halkları Üniversitesi)’ta da öğretmenlik yaptı.
1937’de Komintern TKP’nin desantralizasyonuna(çalışmalarının durdurulmasına) karar verdi. Şefik Hüsnü bu kararın ardından, 1939’da yurda döndü ve döner dönmez, elli iki yaşında askere alındı.
Askerlikle ilişiği son kez(1940-1941) kesildikten sonra devrimci çalışmalarına kaldığı yerden devam etti. Savaşın ağır ortamında Şefik Hüsnü anti-faşist cephe tezlerini ileri sürdü ve bütün ilericileri faşizme karşı birleşmeye çağırdı.
1943 Haziran’ında TKP Platform Taslağını kaleme aldı. (4) İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Türkiye burjuvazisi çok partili hayata geçmeye karar vermişti. Şefik Hüsnü bu geçişi sosyalizm davası için değerlendirdi. 20 Haziran 1946’da Türkiye Sosyalist Emekçi Partisi’ni kurdu. Parti cemiyetler kanununun bir maddesinin değiştirilmesinden yararlanarak sendikal örgütlenmeye girişti. (5) Parti ve partiye bağlı sendikal çalışma hızla büyüdü. Ancak parti kurulalı altı ay bile olmamışken 16 Aralık 1946 günü komünist çalışmanın yasa dışı olması gerekçe gösterilerek devlet tarafından kapatıldı.
Şefik Hüsnü 1947’de tutuklandı. 1950’de serbest bırakıldı. 1952’de ise tekrar tutuklandı. 20 Şubat 1957’de tahliye oldu ve ardından hayata gözlerini yumacağı Manisa’ya, sürgüne gönderildi.
Doktor yoldaş 7 Nisan 1959’da hayata gözlerini yumdu.
Görüldüğü üzere, Şefik Hüsnü’nün yaşamı Türkiye komünist hareketinin ilk kırk yılının özetidir. O herhangi bir TKP lideri değildi; o, TKP’de vücut bulan komünist mücadele ruhunun kişileşmiş haliydi.
O altmış yaşına aşmasına ve türlü hastalıklarına rağmen işkenceciler karşısında bir an bile “aman” demedi. Onun hayatını bir yazıya sığdırmak imkansız.
Kıvılcımlı’dan, Mihri Belli’den, Rasih Nuri İleri’den, Şöför İdris’ten, Reşat Fuat’tan, Suat Derviş’ten, Vedat Türkali’den, Vartan İhmalyan’dan okuyun, dinleyin Şefik Hüsnü’yü.
Devrimci birikim, devrimci dürüstlük, devrimci inanç ve devrimci güven nedir, anlamak için.
Şefik Hüsnü gündelik hayatı ile savunduğu komünist ilkeleri tutarlı kılabilmiş müstesna bir komünistti.
Türkiye işçilerine ve komünistlerine baş eğmez bir komünist inanç bıraktı.
Kerem YILDIRIM
(1)Şerif Mardin, Jöntürklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, İstanbul, İletişim yayınları.
(2)Dr. Şefik Hüsnü Deymer Yaşam Öyküsü Vazife Yazıları, TÜSTAV.
(3)Türkiye’de Sol Akımlar (1908-1925),Bilgi Yayınevi.
(4)Yazıları için öneri okumalar: A.Şefik Hüsnü Toplumsal Sınıflar, Türkiye Devrimi ve Sosyalizm, Yordam Kitap. B. Şefik Hüsnü Komintern Organlarındaki Yazı ve Konuşmalar, Aydınlık yayınları.
(5)Mihri Belli, İnsanlar Tanıdım-1, Doğan Kitap.
(6)Doktor Şefik Hüsnü Değimer, Rasih Nuri İleri’nin Aydınlık Sosyalist Dergi’nin 1969 tarihli 7. sayısı.