Bilginlerimiz korkusuz ve kuşkusuz olsalardı, Menderes’e iyilik etmiş olmazlar mıydı?
Kapitalizm konusu ele alınınca bunun ve kapitalin tarifi de gerekiyor. Dün konuşan sözcü arkadaş, onu sadece teknik ve mekanik bir olay gibi izah etti. Bu izaha “ekonomik” demek büyük bir yanlışlık olur.
Diyalektik materyalizmin insanı sadece ekonomik hayvan haline soktuğu, tamamen bir burjuva iftirasıdır. Bilimsel sosyalizmde insan “sosyal yaratık“tır.
Sermaye nedir? Kapitalizmden önceki sermayeye, prekapital, önsermaye diyoruz. Osmanlı’nın dirlik ve kesim düzeni zamanlarındaki sermaye budur. Önsermaye kesim düzeninde egemenleşmiştir.
Modern sermaye; üretim alanında da egemen olan sermayedir. Prekapital, modern kapitalin düşmanıdır.
Mesele bu iki terimin karıştırılışından doğuyor. Onun için neden ilerleyemiyoruz? Kapitalizm var mı, yok mu gibi konularla yüzeyde uğraşıp duruyoruz.
Sınıflı toplumun, yani medeniyetin açışını sermaye yaptı. Ama bu tefeci-bezirgan sermayedir. Prekapitaldir ve bu modern sermayeye tamamen zıttır.
Profesör Aren “Türkiye kapitalizme geçişte niçin geri kaldı, bilmiyorum, bilen de olduğunu sanmıyorum.” dedi. Buna agnostisizm, “bilinemezcilik” denir. Bu ilme yakışmaz. Sosyalizm adına ise hiç yapılmaz. Bilim bilinmeyenlere doğru savaştır. Türkiye’nin konuları profesörlerimiz tarafından niçin bilinmiyor? Tabiî alıştığımız şey kitapların Avrupa’da yazıldığı Türkiye’ye geldiği ve ancak o zaman okunup profesörlerimizce bilinebildiği, öğrencilere anlatılabildiğidir de ondan. Ama bu çok acıdır. Türkiye’de yazılan ve bilinenleri örtbas eder.
Tarihten öte, bir de prehistori var. 50 bin, yüz bin belki bir milyon yıllık. Bunun iyice aydınlanışı da Marks ve Engels zamanında yeterlice olmadı. Onlar da her dürüst bilim adamı gibi açıklamalarından fazla ileri gitmediler. Sadece yolu açtılar. Bir metot bıraktılar. Şimdi ben size kollektifçe başarılabilecek bir iş teklif ediyorum. Kapitalizm konusunu hep beraber araştıralım.
Klasik Batı kitapları kapitalizmin doğuşunu aşağı yukarı şöyle anlatır:
“İstanbul Türklerin elinde idi. Yüzyıl savaşı bitmek üzereydi. Matbaa icat edilmişti. Feodal dünyası (derebeylik) yavaş yavaş çözülüp dağılıyordu. Ortaçağ anarşi ve kaosundan (mahşerinden) yavaş yavaş sahneye Modern Devletler çıkıyordu. Derken, ansızın, Eski Dünya; denizler ötesindeki altın ve baharat ülkelerini kendisine ilhak ederek büyüdü.”(Hist. du Tr. et des trav,131).
Bu satırlarda, kapitalizmin doğuş sebepleri açıklanıyor mu? Hayır. Sadece tasvir ediliyor. O tasvir de parçalı ve eksik bırakılıyor. Bugüne değin Batıda kapitalizmin doğuş sebepleri aydınlanmamış kaldı. “İlkel Sosyalizmden Kapitalizme ilk geçiş: İngiltere” adlı kitabımızda o boşluğu, en çok ihmal edilen İnsan Üretici Gücü: Kollektif Aksiyon bakımından aydınlatmaya çalıştık. Tarih, yani medeniyet, Basra körfezinden kalkıp yola düştü. Umman denizinden Hint’e, İpek yolundan Çin’e giden Doğu yönelişine karşılık, Batı’ya yönelen dalları, Finike kıyılarından, Mısır’a, Fırat ve Dicle boylarından Anadolu’ya, oralardan önce Yunan, ardından Roma ve Karaavrupa bölgelerine yayıldı.
Bu birbiriyle sebep netice zincirlemesi bağlı olan gidişler, yani tarihin üretici güçlerindeki gelişim olamasaydı, elbet medeniyetin İngiltere’ye atlaması çok şey getirmez, kapitalizmi yaratmaya yetmezdi.
Fetih ve Medeniyet
İstanbul’un fethinin 500. yıl dönümü dolayısıyla “Fetih ve Medeniyet” adıyla 1953’te bir broşür yayınladık. Bu broşürde Batı rönesansında Türklerin önemli rolünü belirtmeye çalıştık. Batı rönesansı diye bilinen hadise aslında iki basamaklıdır. Birinci basamak, Haçlı seferinde Hıristiyan Barbarlar tarafından İstanbul’un birinci açılışı ile oldu. Bu ilk rönesans gelgeç kaldı.
İkinci Rönesans; Osmanlıların İstanbul’u fetihleriyle başladı. Böylece, iddia ettik ki, Batı medeniyetinin doğuşu sağlanmış oldu. Osmanlıların İstanbul’u fetihleri ile başlayan ikinci rönesans, Osmanlı İmparatorluğu ölçüsünde geniş, tamamen cezrî bir tasfiye olduğu için, Bizans’tan kopan tohumlar bir kaç kente veya bir memlekete inhisar etmedi. Hemen, bütün Avrupa’yı kapladı. O sayede, saman alevi gibi gelip geçmedi. Modern Avrupa tarihinin ve Batı medeniyetinin gelişme başlangıcı oldu:
Burada da konu, tefeci-bezirgan sermayenin gelişimi önlediğidir. Tefeci-bezirgan sermayenin aşırı geliri kapitalizme geçirmiyor. Tersine, bir medeniyeti batırıyor.
Toprak meselesini halleden Horasan erlerinin başarısı, rönesansın izahında önemli bir yer tutar. İstanbul’un fethiyle Bizans bilginleri Avrupa’ya saçılmış ve Batı rönesansına tohum olmuşlardır. İstanbul’un fethinin coğrafî keşiflerdeki yerini ise burada tekrarlamaya lüzum yoktur. Akdenizi Türkler tıkayınca Hint’i Atlas denizinden aradılar.
Tarihte “rönesans” çok tekerrür etmiş bir olaydır. Bilimsel sosyalizmin tarih görüşünü, devrim hadisesi belirler. Sosyal devrimlerden, önce de devrimler vardı. Bunlara tarihsel devrimler diyoruz. Tarihsel devrimde tümü ile bir medeniyet yıkılıyordu. Avrupa’da böyle olmadı, kapitalizme geçildi. Bu nasıl oldu?
Elbette ekonomik münasebetlerle ilgili bir olay bu. Ancak Marks ve Engels, modern toplumu incelemişlerdi. Kapitalizm baş döndürücü bir teknik değişiklikler çağıdır. Kimi “marksistler” buna bakarak tarihi güden tek önemli güç tekniktir sandılar. Bu yanlıştır.
Üretici Güçler
Tarih, Mark-Engels’in de yer yer belirttiği gibi “Üretici Güçler”le gelişir. Üretici güçler ise, ikisi maddî ikisi de moral (daha doğrusu; insancıl) olmak üzere dörttür:
1- Coğrafya, 2- Teknik, 3- Tarih, 4- İnsan.
Kapitalizme ilk olarak İngiltere’de geçilmiştir. Bunun, İngiltere’nin coğrafi estüerli nehirlere malik olması ile açıklanması yanlıştır. Estüerli nehirler Çin’de de vardır.
İnsanlığın İngiltere’deki sosyal devrime sıçrayışının teknikle izahı da yetersizdir. Zira matbaa, top, vs. çok öncesinden beri biliniyordu.
Geriye tarih ve insan kategorileri kalıyor. Soru şudur: Tarih nasıl oldu da getirdi, İngiltere’deki insana modern kapitalizmi kurdurdu? Burada elbette tarihin bütün olarak gelişimi içinde kapitalizme doğru atladığı basamaklar gözönüne getirilecektir. Antika tarih basamaklarda insan unsurunun durumu daima tayin edici bir rol oynuyor. O insan ki, bütün izahlarda daima unutulmakta, yahut sele kapılmış saman çöpü sayılmaktadır.
İngiliz Magna Carta’sını Batı medeniyetinin önemli başarılarından saymakta herkes müttefiktir. Magna Carta davranışı kapitalist insan haklarının gelişiminde temelli bir eylemdir, zira o sayede “Kral kanunun altındadır.” Ve herkes gibi kanuna uymaya mecburdur. Böylece insan hakkı, hürriyet ve saygısı evrensel kanun olarak tanınmış, yerleşmiş oluyor.
Bunu mesela Fransa ile karşılaştırırsak,orada İngiltere’dekinin tersine müstebit krallar görüyoruz. Neden?
Çünkü İngiliz insan üretici gücü, barbar aşısı ile sık sık tazeleniyor. İngiliz insanının, medeniyet bezirganlığı ile dejenere edilememesi, ilkel sosyalizmin gelenek ve göreneklerinin yaşatılmasını, sürdürülmesini sağlamış oluyor. Modern demokrasiye ilkel tohumlarını veriyor.
İngiltere’de Magna Carta geleneği yerleşirken, Fransa’da Barbar geleneğini yitirmiş olanlar, derebeyler saraya teslim oluyorlardı. Fransa Doğu despotluğu çukuruna yuvarlanıyordu. Çünkü kara Avrupa’sı, İngiltere kadar sık sık ve yaman barbar aşıları yememişti.
İngiltere’de aşiret ağaları, lordlaştı, burjuvalaştı, bir çeşit halklaştı. Lord yarı burjuva, yarı toprak sahibi oldu. Fransa’da ise derebeyler kapıkululaştılar. Derebeylere karşı kral halkla birleşti. Fransa’nın kapitalizme geçişte İngiltere’den 100 yıl sonraya kalışı bundandı.
Bu konuları Türkiye’de kapitalizme geçişin neden olmadığı, neden geç ve belli şekilde olduğunu incelemeye geçişte bir ışık olmak üzere özetledik.
Bizde Magna Carta geç ilan edilmiş ve güdük kalmıştır. III. Selim ve Alemdar Mustafa Paşa’nın ilan ettiği sened’i ittifak tıpkısı ile İngiliz Magna Carta’sıdır. 7 maddeden ibarettir.
Tarihi zabıta romanı ile karıştıran kimi hevesliler, her önemli tarih olayı gibi Sened’î İttifak’ı da anlayamamışlardır. “İttifak”: “Vükelâyi devlet beyninde ve taşra hanedanları meyanında” yapılmıştır. Şartları: Yedi tanedir.
2’inci madde: “Asker ve er yazıp tertipleme, hepimiz arasında konuşularak mecliste verilen oyların birliğiyle alınmış kararlara göre düzenlenir.”
3’üncü madde: “Gerek Müslümanlar malevinin ve gerek devlet gelirlerinin korunmasına kim karşı korsa hep birden tespit edilir.”
5 ‘inci madde: “Her kim fukaraya zulüm ve düşmanlık yapar ve temiz Şeriat’in yürütülmesine karşı kor ise, onun dahi ezilip eğitilmesine elbirliği ile çalışır.”
6’ıncı madde: “Ocaklardan ve başkalarından herhangi bir fitne ve fesat olursa. Ocak ise, ocağın kaldırılmasına. Sınıf ise kahr ve tenkil ve dirlik ve esâmilerinin kaldırılmasına, kişi ise her ne tabakadan olursa olsun tehkikle idam edilmesine hep İstanbul’a gelip karar verilir.”
7’nci madde: “Fukara ve çiftçilerin (reâyânın) korunup savunulması esas olduğuna göre… âsâyiş ve vergilerde ılımlılık hususuna dikkat olunmak lâzım olmağın, zulümlerin ve sataşmaların ve vergilerin kaldırılması hususuna vekelâ ve hânedanlar aralarında konuşarak ne yolda karar verilir ise onun devam ve istikrarına” bakılır.
Bu hükümler İngilizlerin Magna Carta’larından az hükümdar kısıtlayıcı değildir. İttifak’ı imzalayan “Vezirler (Mülkiye), Ülema (İlmiye) ve Rical (Kalemiye) ve gerek Hânedan (taşra ağaları) ve bilcümle Ocaklar (Seyfiye) ki topu 25 kişiydi. İngiliz Magna Carta’sını imzalayanlar da, tuhaf bir tesadüfle, ne fazla ne eksik,tam: 25 şövalye olmuştu. Ayrıca: “Yüce Devletin öteden beri Usul, Nizam ve Kanunu ve tüm Padişah buyurultuları, içeride, dışarıda bütün erkân ve Vükelâ’ya Makam’ı Vekâlet’î-Mutlak’dan sudur etmek sureti olmağla” deniliyordu. Yâni tıpkı parlamenter krallıkta olduğu gibi hükümet ve idare doğrudan doğruya başbakanlığa düşüyor. Padişahın bir emri olursa, onu da başbakan kanalından geçirmesi gerekiyordu.
Magna Carta ile Sened’i İttifak arasında ne fark vardi?
Bu kadarı, bir kalemde Osmanlı padişahlığını modern burjuva devletine çevirmek oluyordu. Ve bu değişikliğin uygulanması, padişaha dahi yükleniyordu: Sened’i İttifak’tan birer nüsha: “Tâclı Yüce Katta saklanmakta olup, daima ve kesintisizce yürütülmesine Şevketmeâb Efendimizin kendisi nazâret’i saniyeleri tâm ola vesselâm” deniliyordu belgede…
Biçimce hemen hemen aynı olan Magna Carta ile Sened’i İttifak arasında ne fark vardi? 1- Magna Carta’nın ardında, bir alanda toplantı yapmış yüzbinlere yakın İngiliz yığınları ayakta ve silâhlı bekliyorlardı. 2- Magna Carta’yı imzalayan, en ufak bir ihanet önünde hemen yalın kılıç kellesini sözü uğrunda torbaya koymuş şövalyeler (Alpler: Gaziler) yani yalan dolan bilmez barbar şeflerdi… Alemdar’ın karşısında imza koyanlar, Bizans hilelerinde kırışkın kapıkulları idiler. Peşinde gelip İstanbul’u basanlar çapul ülkülü iyi gün dostlarıydılar. Bu olaylar keşif ve icat yapanların başlarına gelenleri gösteriyor. Bu tefeci sermayenin teşebbüse karşı oluşunun sonucudur.
Tefeci böyle davranıyor. Kapitalist ise keşfe el koyuyor. Çünkü o üretimde, kâr arıyor. Tefeci-bezirgan Ali’nin külahını Veli’ye diyerek ticaret kârı faiz peşinde. Üretimle ilgisi yok. Yedi bin yıllık tarihi bunu gösteriyor.
Sosyal olaylarda da bir rezonans söz konusu oluyor. Mesela bir radyo, havadaki dalgalardan ancak kendine uyan dalgayı alabiliyor ve alıyor. Bir toplum da dışında cereyan eden olaylardan ancak kendi ile uyan olaylardan etkilenebiliyor.
Bunu bizim Batı’dan ne aldığımızın izahı için kolaylık olması bakımından belirtiyorum. Kapitalizmin iki safhası var: Biri Serbest Rekabet, öbürü, ya da ikincisi Finans-Kapital safhası. Finans-kapital safhası, serbest rekabetçiliğin tersine tekelci bir safha. Bu: Batı kapitalizminin çöküş safhasıdır. Böylece, Osmanlı Batı’ya yöneldiğinde, demek oluyor ki, çöküş halinde olan iki toplum birbiri ile temasa geliyordu. Buna sosyal rezonans diyoruz. Yerli tefeci sermayemiz ile Batı’nın finans-kapitali kaynaşıyorlardı. İşte Batı’ya yönelişimizin bilimsel determinizmi, geri kalmış ülkelerin kaderi olarak böyle işliyordu.
İşte Türkiye’de kapitalizm, bu determinizm içinde, bu tarihi aşamalardan geçerek gelişmiştir.
Hikmet KIVILCIMLI
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Ankara’da Fikir Kulüpleri Federasyonu “FKF” lokalinde verdiği konferanstan özetler.
Sosyalist Gazetesi- 30 Mayıs 1967
Metnin önceki bölümünü okumak için aşağıdaki bağlantıya tıklayınız.