Gaffar Yakınca, artık “Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki yeniden milli mücadele”nin neferidir ve o davanın diğer neferlerinin, başta devrimciler hakkındakiler olmak üzere, pek çok hissini paylaşmasından daha doğal bir şey yoktur.
“Bugün solcularımız Ulaş Bardakçı’yı anmaktan nefessiz kaldılar, mest oldular… O bir halk kahramanı idi, o bir devrim şövalyesi idi, az kaldı tüm ülkeyi kurtaracaktı da kötü adamlar izin vermedi…”
Bu satırlar, eğer kapanmamış olsaydı Taraf gazetesine çok yakışırdı. Zira Taraf bir zamanlar, sola küçümseyerek bakan ve akıl veren düşük çaplı yazarların buluşma mekânı idi. Rasim Ozan Kütahyalı yazarlık kariyerine Taraf gazetesinde “Deniz Gezmiş darbecidir” diyerek başlamıştı örneğin. Şimdinin Sabah gazetesi yazarı Melih Altınok, adı “solaçık” olan köşesinden solun her türüne bir tutamlık aklından lütfetsin diye maaşa bağlanmıştı. Cemil Ertem’lerden Roni Margulies’lere kadar renk renk tesbih tanesini, Taraf’ın ipine dizmiştiler.
Ama bu satırların altındaki isim, Gaffar Yakınca. Kartvizitinde Aydınlık yazarı, Teori dergisi yazı kurulu üyesi yazıyor. Önceki kartvizitindeki adı Deli Gaffar’dı, solcu blog yazarı…
Yakıncaların Gaffar, Devrimcilere Vicdan Dersi Veresiymiş
“Mesut Erdinç ismini ise kimse hatırlamadı. Muhtemelen siz de ilk kez duyuyorsunuz. O kahraman falan değildi, sıradan bir taksi şoförüydü. 17 Şubat 1971’de ‘kahramanımız’ Bardakçı ve arkadaşları tarafından taksisi gasp edildi ve tanıklık etmesin diye öldürüldü (…) Bardakçıları hatırlayıp, Erdinçleri unutmaya devam ettiğiniz sürece iflah olmazsınız.”
Bunları Gaffar Yakınca’nın Ulaş Bardakçı’yı hatırlayanlara ettiği sözler… Bırakın solcu teorisyen olmayı, yalnızca dürüst bir tarihçi ya da namuslu bir gazeteci olsanız böyle desteksiz suçlamazsınız. Çünkü üzerinden 50 yıl geçmiş olsa bile yaşayan tanıklar vardır. Herkesin ulaşabileceği iddianameler ve savunmalar vardır.
Bırakın solun tarihi ile ilgili ahkam kesen bir tür solcu aydın olmayı, sosyal bilimlerde ikinci sınıf öğrencisi olsanız, 68-69’un gençlik önderlerini silahlı mücadele zeminine iten, yükselen halk ve gençlik hareketlerine ateşle karşılık veren kontgerillayı ve onun faşist işbirlikçilerini görmezden gelerek olan biteni devrimcilerin kan dökmeye meyli ile izah etmeye çalışmazsınız.
Örneğin Kanlı Pazar’da ABD filosunu protesto ederken bıçaklanarak öldürülen Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan’ı, örneğin Beyazıt’ta vurulan Taylan Özgür’ü ve Yıldız DMMA önünde vurulan Battal Mehetoğlu’nu, henüz ellerine silah almamışken öldürülen nice genci görmezden gelmezsiniz. Ancak silahı masaya kimin koyduğunu dürüstçe açığa çıkarırsanız, sürecin nasıl geliştiği ve buna nasıl karşılık vermek gerektiği ile ilgili söyleyecek politik değeri olan bir sözünüz olur.
Ama Gaffar Yakınca olursanız böyle sorumluluklarınız olmaz. 25 yaşında sokak ortasında polis tarafından katledilmiş bir devrimciye, Ulaş Bardakçı’ya, Mesut Erdinç üzerinden saldırır, vicdan nutku atarsınız.
Evet Mesut Erdinç’in hayatını kaybetmesinin sorumlusu devrimcilerdir. Gaffar Yakınca’nın kendi kendine atıp tutarken ileri sürdüğü gibi domuz bağları, sert bir cisimle defalarca vurmak gibi işler olmamıştır. Mesut Erdinç’i elleri bağlı bıraktıkları evden çıkarılsın diye Emniyet’i aramışlardır. Tüm bunlara rağmen yine de ölümünün sorumlusu devrimcilerdir. Bildiğimiz kadarıyla masum olan bir insanın hayatını, emniyet teşkilatına emanet etmemenin bir yolunu bulamamışlardır. Bu kabahat devrimcilerindir. Ama Mesut Erdinç öldü diye, gayrı size bütün devrimcilerin kanı helal mi?
Neden Şimdi?
Eğer Mesut Erdinç’i yeni duymuş ve ölümünün devrimcilerin kabahati olduğunu yeni öğrenmişseniz, tanıdıklarınıza “yahu böyle bir olay da varmış” demeniz bir yere kadar anlaşılır. Öyle midir? Gaffar Yakınca Mesut Erdinç’i yeni mi öğrenmiştir? Gelecek sene de başka bir şey öğrenip bu sefer de bu yeni bilgi nedeniyle mi Ulaş Bardakçıların ve başkalarının anmaya değer olmadığını savunacaktır?
3-4 yıl önce Indigo dergisi tarafından yapılan ve Deli Gaffar’ın “Türkiye’yi en iyi yorumlayan yazar” olarak takdim edildiği röportajda şöyle söylüyor Yakınca, bir takım yazar çizeri tanımlarken: “Bir gün ak dediklerine ertesi gün kara demek zorunda kalıyorlar. Çok iddialı laflar ediyorlar, ama ertesi gün yaptıkları yazdıklarıyla çelişmeye başlıyor ve insanlar bunu görüyor. (…) Para ya da mesleklerini kaybetme korkuları olabilir. Gayet anlaşılır bir kaygıdır, bir noktada bir tür ekmek davasıdır. Anlaşılmaz olan bu tip maddi sıkıntıların ötesinde, sanki bir tür yaranma isteği ile yapılan hareketler.” Deli Gaffar’ın Türkiye’yi olmasa da bir ‘aydın’ tipini çok iyi yorumladığı tartışmasızdır.
Gaffar Yakınca Deli Gaffar iken, sosyalist solun PKK kuyrukçuluğu yapan kesimlerine, PKK tarafından öldürülen devrimcileri anımsatıyordu. Deli Gaffar Gaffar Yakınca olunca, kendisine kulak kabartanlara, solun ‘kahramanlarının’ acımasız katiller olduğunu ve onları ananların / hatırlayanların iflah olmayacağını söylüyor. Gaffar Bey akıllanmış, kendisi ile sol arasındaki köprüleri atmaya karar vermiştir. Çünkü başka köprüler kurmakla meşguldür.
Gaffar Yakınca’nın Hazine Garantili Köprüleri
Gaffar Yakınca artık “Yolları Birleştirmek” derdindedir. Deli Gaffar iken “Bugün Türkiye için islamcılık birkaç puan önde görünmektedir, ama bunlar hep son otuz yılda kazandığı mevzilerdir, hala toplumu tam olarak esir alabilmiş değildir” diyordu. Bugün “Bizler, her birimiz, tarihi kendi meşrebimize göre bir tiyatro sahnesi olarak yeniden tanzim etmeye çalışıyoruz. Kurduğumuz hayali sahnelerde Sultan Abdülhamid, Enver Paşa ve Atatürk’ü birbiri ile kavga ettirerek bugüne malzeme devşirmenin derdine düşmüşüz” diyerek Abdülhamitçilere çiçek uzatmaktadır.
Gaffar Yakınca, şimdilerde Zihni Çakır’a selam söylemektedir. Ergenekon davalarına tanık olarak gelip bir numarayı tanıdığını söyleyen ve “1,65 boylarında, açık tenli, yeşil gözlü, 60-65 yaşlarında, sarı saçlı, göçmen tipli …” gibi tarifler yapan Zihni Çakır’a. “Ergenekon’un Çöküşü 1-2” kitaplarıyla Fetö savcılarından önce davanın adını koyan Zihni Çakır’a. “Kod Adı Darbe” kitabında iddianame henüz ortada yokken Ümraniye’de bulunan el bombalarının fotoğraflarını kitabına basan Zihni Çakır’a.
Akıllı Gaffar ‘dostu’ Salih Tuna’ya selamlar göndermektedir, “iyi insanlar, uzun yaşasınlar” diyerek. “Ya ‘direniş’ saflarında yer alırsınız ya da ‘bozguncuların’ saflarında. Kurtuluş Savaşı esnasında Mustafa Kemal’i eleştirmek neyse, 2. Kurtuluş Savaşı verdiğimiz bu dönemde Erdoğan’ı eleştirmek de odur” buyuran Salih Tuna’ya.
Atatürk’le Abdülhamid’i (Abdülhamit değil dikkatinizi çekerim) buluşturan Yakınca’nın yeni ahbabı “Bizim bir geçmişimiz var. (…) Salih Mirzabeyoğlu’ndan Selahaddin Eş’e, Kadir Mısıroğlu’ndan İsmet Özel’e kadar her daim sahip çıktım, çıkarım” diyen Salih Tuna’dır.
Atatürk olmasaydı bu topraklarda ezan okunmazdı diyen bir yazara şu yanıtı veren Salih Tuna’dır: “İngiltere veya Fransa’nın işgal ettiği topraklarda, mesela Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Cezayir’de, Libya’da ezana izin verilmiyor muydu? Çok mu dolaylı oldu; o halde direkt soralım: İstanbul işgal altındayken ezan okunmuyor muydu? Ezan işgal bittikten çok çok sonra, 1932’nin sonbaharında yasaklanmıştı. Hadi yasaklanmıştı demeyeyim de Türkçe okunmaya mecbur kılınmıştı diyeyim”
Kurtuluş Savaşı’na düşmanlık eden Kadir Mısıroğlu’na her daim sahip çıkan Salih Tuna’nın, ‘işgalciler kazansaydı ezan Türkçe olmazdı’ demesinde şaşacak bir şey yoktur. Ama devrimcilere saldırmak için 50 yıl geriye dönerek kanıt derleyen Akıllı Gaffar’ın yeni dostlarının bu işlerini hiç bilmemesi, hatırlamaması göz kamaştırıcıdır.
Gaffar Yakınca, artık “Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki yeniden milli mücadele”nin neferidir ve o davanın diğer neferlerinin, başta devrimciler hakkındakiler olmak üzere, pek çok hissini paylaşmasından daha doğal bir şey yoktur.
Gaffar Yakınca Abdülhamitçi midir?
Hayır kesin olarak değildir. Ama Abdülhamitçilerle yakınlaşmakta bir fayda görmekte ve bütün entelektüel enerjisini şimdi bu kampın çıkarlarına hasretmektedir. Çünkü Gaffar Yakınca bir tutum değil bir stildir. Bugün canı pahasına savunduğu herhangi bir şeyi yarın yerden yere çalmayacağının hiçbir garantisi yoktur.
Turistik bölgelerde hanutçu denilen bir iş bağlayıcı tipi vardır. Hanutçunun kendisi bir şey satmaz, onun dükkânı olmaz. Onun işi, potansiyel müşteriyi tatlı dille ayartmak ve müşteri ne satın almak istiyorsa o malı satan dükkâna götürmektir. Hanutçu aynı coşkuyla bir kilimi, sazdan örülmüş bir sepeti ya da deri ceketi övebilir ve satılacak malın kendisinden başka kimsenin bilmediği üstünlüklerini, bütün ömrünü kilim ya da sepete adamışçasına anlatabilir.
Size Boğaziçi eleştirmeni mi lazım abiler? Gaffar Yakınca soluğu orada alır ve Wright Mills’lerden ve kırk başka dereden su getirerek Boğaziçi faşizmini ballandıra ballandıra anlatır. AKP’nin ilçe yöneticisinin rektör yapılmasını dert edemez. Çünkü o malın müşterisi yoktur yanında. Ama birbiri ile dayanışan liberal çetenin başkalarını nasıl ezdiğini söylemenin şimdi tam sırasıdır.
Size Trumpçı mı lazım abiler? Gaffar Yakınca, emlak spekülatörü bir dolar milyarderinden ABD ezilenlerinin umudu bir halk kahramanı yaratır. Trump sizin bildiğiniz gibi değildir, “az kaldı tüm ülkeyi kurtaracaktı da kötü adamlar izin vermedi” adamıdır.
Kimin ismi kime kalır?
Haber 2021’de Ulaş Bardakçı’nın ölüm yıldönümünde yayınlanan yazıya “Adı Yüzbinlerce Çocukta Yaşıyor” başlığı atılmış. Ne ilginç ki yazıyı hazırlayanın adı da Ulaş.
Böyledir bu işler, siz ABD’nin eğittiği Gladyoyu deneyimsiz ve bir parti önderliğinden yoksun devrimci gençlerin üzerine sürer, onların ölümünün halka ibret olmasını umarsınız. Ama kuşaklar boyunca binlerce binlerce çocuğa onların adının verilmesine yol açarsınız.
Ama Gaffar ismini çocuğuna vermek kimsenin aklına gelmeyecektir. Kendisi bile bir sonraki durakta yeni bir kartvizit bastıracak ve kendine yeni bir isim seçecektir.
Bunu da dükkânı yeni elemana emanet etmekte çok aceleci davrananlara hatırlatalım. “İlk taşı atmakla”, “romantizmden uzak gerçek tarihçilik” yapmakla kutsadığınız tezgahtarın, kendinden önceki tezgahtarların yolunu izlemesi durumunda sığınacağınız hiçbir özür yoktur.
Ali Murat EROĞLU