Başlarken…
12 Mart 1971 Muhtırası’nın 50. yıldönümü nedeniyle hazırladığımız bu yazı dizisinde, bir askeri darbe sürecine yol açan olayları kısaca sunmaya çalışacağız. 12 Mart sürecini bizzat yaşayan bir asker kişi olarak da çeşitli anekdotlarla pek bilinmeyen bazı olayları aktarmayı amaçlıyorum.
12 Mart, bir anlamda “yarım” darbe sayılır. Askerlerin muhtıra vermesi üzerine Başbakan Demirel istifa eder ve yerine partiler üstü Nihat Erim hükümeti kurulur. Ancak TBMM kapatılmaz.
İlerici, devrimci gençlik örgütleri ise kapatılır, birtakım sendikal haklar kısıtlanır, memurlara sendika hakkı yasaklanır, ülkenin tek sol partisi olan Türkiye İşçi Partisi (TİP) kapatılarak yöneticileri tutuklanır.
Erim hükümetinin meşhur “Balyoz Harekâtı” ile de Türkiye’deki sol, ilerici aydınlar, sendikacılar cezaevlerine konur. Bu durum, sol kesime yönelik ilk büyük darbedir. 12 Eylül 1980 müdahalesiyle bu yarım darbe tamamlanır. Meclis ve bütün siyasi partiler kapatılır. Özellikle emek kesiminin hakları büyük ölçüde budanır, DİSK yöneticileri ağır cezalara çarptırılır.
12 Eylül askeri yönetiminin hazırladığı 1982 Anayasası ile demokratik hak ve özgürlükler kısıtlanıp emek kesimine yönelik baskılar artarken zorunlu din dersine olanak sağlanarak laiklik ilkesi çiğnenir. Ve böylece siyasal İslamcı hareketin gelişimine zemin hazırlanır…
Subaylar, Devrimci Gençlikle Buluşuyor…
Yıl: 1970. Aylardan kasım. Yer: Yoğurtçu Parkı. 1967 yılında Kara Harp Okulu’nu bitirdikten sonra piyade teğmeni olarak Kartal / Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay’da göreve başladım.
Tugayda görevli arkadaşım Topçu Teğmen Sabahattin Sakman’la birlikte Kadıköy’deki Yoğurtçu Parkı’nda iki sivil devrimci gençle buluşacağız. Tanıştığımız kişiler, Sinan Cemgil ve Tuncer Sümer’di. Sakman’ın Tuncer’le daha önceden bir tanışıklığı vardı.
Sinan ve Tuncer, daha sonra THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) isimli örgütün kurucuları arasında yer alacaklardı. 68 kuşağının öğrenci liderlerinden Deniz Gezmiş de bu örgütün kurucuları arasındaydı. Kuşkusuz bu bilgileri daha sonra edinmiştik. Sinan Cemgil, bir eylem için silaha ihtiyaçları olduğunu söyledi. Bizim ise 9 mm Kırıkkale yapımı şahsi, zimmetli tabancalarımız vardı. Üzerlerinde Harp Okulu’ndan mezuniyetimizi gösteren sicil numaralarımız bulunuyordu.
Demirel’in Verdiği Hediye…
Herhangi bir eylem sırasında ele geçmeleri halinde bizlere ait olduğu ortaya çıkacaktı, riskli bir durum söz konusu idi, o nedenle şahsi tabancalarımızı vermedik. Ancak Sakman, kendisinde ikinci bir tabancanın bulunduğundan söz etti.
Kara Harp Okulu’nu birinci, ikinci ve üçüncü sırada bitirenlere çeşitli hediye verilirdi. Sabahattin Sakman da 1968 devresinin ikincisi olduğundan kendisine zamanın başbakanı Süleyman Demirel tarafından ikinci bir tabanca verilmişti. Bu tabancada herhangi bir sicil kaydı yoktu.
Sakman, daha sonra bu tabancayı Sinan Cemgil’e verdiğini ifade etmişti. Sinan ve Tuncer, daha önce, keskin nişancı olan Deniz Binbaşısı Cihangir Erdeniz’in evinde nitelikli hafif silahlar bulunduğunu öğrendikleri için bu eve baskın yapıp o tür silahları almak istemişler. Tuncer’in daha sonra bize anlattığına göre, o sırada bu eylem için bizim silahlarımızı talep etmişler.
Deniz binbaşısının evinin korunaklı olması ve girişte bir kurt köpeğinin bulunması nedeniyle Sinanların eylemi sonuçsuz kalmış, silah kullanılmamış ve daha sonra da eylemi gerçekleştirmekten vazgeçmişler. THKO’nun kurucularından Sinan Cemgil, 31 Mayıs 1971 günü Adıyaman’ın Nurhak Dağları’nda güvenlik güçleri tarafından öldürülecekti…
Cunta Toplantısındaki Devrimci Subaylar…
1971 yılı başlarında ordu içindeki cuntaların daha belirgin hale geldiğini gözlemliyorduk. Devrim gazetesi çerçevesinde belli bir sol Kemalist cunta eğiliminin olduğu hissediliyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler ile Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur’un başını çektiği grubun daha çok Devrim gazetesi ile ilişki içinde olduğu şeklinde duyumlar alıyorduk.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ile 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün’ün ise sağda, daha farklı bir kesimde yer aldığı söylentileri yayılıyordu.
2. Zırhlı Tugay’da bu tür gelişmeler, pek gizlisi, saklısı olmadan konuşuluyor, işe gidip gelirken servislerde ve öğle yemeklerinde subaylar arasında tartışılıyordu.
1971 Şubatı’nın sonlarına doğru bizim Tugay mensuplarına böyle bir toplantının yapılacağı duyuruldu. Hatta aleni bir biçimde özellikle genç subayların o gün Fenerbahçe semtinde bir deniz yüzbaşısının evinde yapılacak toplantıya gelmeleri istendi.
Ben de bizim tugayda görevli arkadaşım Üsteğmen Yücel Top’la birlikte bir cumartesi öğleden sonra bu eve gittik. Evde çoğu bizim tugayda görev yapan genç subaylar olmak üzere 20 dolayında asker kişi bulunuyordu.
Yücel ile bizim esas amacımız, “Sol cunta ne yapıyor, bir askeri müdahale yakın mı, değil mi” şeklindeki sorulara yanıt bulmak ve bu bilgileri bizim gibi düşünen sosyalist arkadaşlara aktarmaktı.
Tanıdığımız kimi havacı arkadaşların da sol kesimdeki sivil devrimcilerle bağlantısı vardı. Edindiğimiz bilgileri bu arkadaşlarla da paylaşacaktık.
2. Zırhlı Tugay’da diğer subaylara nazaran bizim daha solda olduğumuz bilinirdi ama bu tür toplantılara katılmamıza da karşı çıkılmazdı. Zaten toplantıya da davetli olduğumuz için gittik.
Fenerbahçe’deki Kooperatif Toplantısı…
Fenerbahçe’deki toplantıda, daha sonra 12 Mart 1971 muhtırasının hemen ertesinde emekliye sevk edilecek beş generalden biri olan Tuğgeneral Lütfü Erol da bulunuyordu.
Sol cuntanın İstanbul koordinatörü olduğu iddia edilen 66. Mekanize Piyade Tümeni Kurmay Başkanı Kurmay Albay Nedim Arat ile Piyade Okulu’ndan tanıdığımız komutanlar da toplantıya çağrılı olarak gelmişlerdi. Çok daha sonra bu komutanların 9 Martçı olarak bilinen Tümgeneral Celil Gürkan’ın grubuna yakın olduğu ifade edilmişti.
Fenerbahçe’deki toplantı evine girdiğimizde masalarda imar paftaları duruyordu. Cunta toplantısının ev sahibi olan deniz yüzbaşısı, “Arkadaşlar herhangi bir şekilde bir baskın olursa burada kooperatif toplantısı yaptığımızı söyleyelim” demişti.
Üst rütbeli komutanlar, Başbakan Demirel’in memleketi kötü yönettiğini, bu konuda orduya görev düştüğünü belirterek bizim gibi genç subaylara G günü, yani ihtilal günü ne yapacağımızı söyleyeceklerdi.
Ben ve Yücel, ordudaki genç subay-yüksek rütbeli subay çelişkisinin yarattığı psikolojik bir duyguyla komutanların karşısında ayak ayak üstüne atıp sorular sormaya başladık.
Hepimizde sivil giysi vardı. Üst rütbeli subaylara “Ordu içinde bir tarafta Gürler-Batur, diğer tarafta ise Tağmaç grubunun yer aldığını, Devrim gazetesinin 500 kişilik bir Devrim Konseyi’nden bahsettiğini, ne gibi bir ekonomik programa sahip olduklarını” ifade eden sorular sormaya başladık. Hem komutanlar hem de arkadaşlarımız bu sorulardan rahatsız oldular. Piyade Okulu’ndan bizi yakından tanıyan komutanlar, “Atilla, biz sana ekonomik, sosyal ve siyasal görüşlerimizle ilgili dosyayı veririz. Bu kadar soruya gerek yok” diyorlardı.
Bayrak ve Silah Üzerine Yemin…
Deniz yüzbaşısının evindeki toplantı odasına daha sonra küçük bayraklar getirildi. Tabancalarımızı çıkarmamız söylendi. Tabancaları bayrakların yanına koyup yemin edecektik. Tıpkı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yeni giren üyelerin yemin töreninde olduğu gibi. Laik subaylar olduğumuz için o törenden sadece Kuran eksikti.
Ben, üst rütbeli subaylara, “Komutanım, biz zaten Harbiye’ye girerken de mezun olurken de yemin etmiştik. Tekrar etmemize gerek var mı” diye sormuştum. Komutanlar, yemin etmemiz gerektiğini söylediler.
Yücel’le birbirimize şaşkın bir şekilde bakıştık. Hatta, “Biz sosyalist adamlarız, böyle cunta yemini etmek de nereden çıktı” diye söyleniverdik. Bu yemini edersek, cuntacı olacağımız şeklinde bir duyguya da kapılmıştık. “Yemin ederken ayağımızı mı kaldırsak” diye de espri yaptık. Neyse yemin diye bir şeyler söylendi ama hemen akabinde yüzbaşıdan aşağı rütbeli olanların toplantı odasını terk edip yandaki odaya geçmeleri istendi. Genç subay arkadaşlarla öteki odaya geçtik. Üst rütbeli subaylar kendi aralarında konuştuktan sonra toplantının bittiğini söylediler. Ve evden ayrıldık.
Ertesi gün kışlaya gittiğimizde diğer subay arkadaşlarımız bize oldukça kızgındı. “Sizin yüzünüzden G günü ne yapacağımıza ilişkin sarı zarfları alamadık” dediler. Yani, darbe günü örneğin Ahmet Üsteğmen bölüğü ile Kadıköy Kaymakamlığı’na gidip enterne edecekti, bu emirlerin içinde bulunduğu zarflar bizim toplantıdaki tavrımız yüzünden dağıtılmamıştı. Genç subay arkadaşlarımızın görüşleri bu yöndeydi. Biz de toplantı sonrası karacı ve havacı arkadaşlarımızla bir araya gelip toplantıyı değerlendirdik.
9 Martçıların Hazırlıkları…
O günlerde Gürler-Batur ikilisinin başını çektiği sol Kemalist cuntanın 9 Mart’ta darbe yapacağı söyleniyordu. Bazı havacı subay arkadaşlarımız, o gün Ankara’ya gidip bu darbeyi daha sola çekecek eylemlerde bulunmayı öneriyordu.
Örneğin büyük banka şubelerinin, Tuslog gibi Amerikan yardım kuruluşlarının taciz edilmesi gibi öneriler gündeme geldi. Karacı subaylar olarak cuntasal eylemlere fazla bulaşmamak gerekçesiyle bu önerilere karşı çıktık ve 9 Mart günü Ankara’ya gitmeme kararı aldık.
9 Mart 1971’de bir darbe girişimi gerçekleşmedi. Böyle bir darbenin gerçekleşmemesinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler’in son anda kararsız kaldığı ve ürkek bir tutuma girdiği, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur’un da son tahlilde Gürler’le birlikte hareket ettiği ifade edildi.
9 Mart girişiminin planlamasında görev alan Celil Gürkan ve Lütfü Erol paşalarla birlikte beş general, bir amiral ve sekiz albay, 12 Mart muhtırası sonrasında 15 Mart 1971 tarihi itibarıyla emekliye sevk edildi. Emekliye sevk edilen subayların sayısı daha sonra arttı.
Atilla ÖZSEVER
Devam Edecek…
Kaynak: Cumhuriyet.com.tr