“Ülkeyi sen mi kurtaracaksın?”, “Neden her şeyi dert ediyorsun?”, “Bu düzen böyle gelmiş böyle gider.” Bu ve buna benzer sorular hayatının temeline mücadeleyi yerleştirmiş olan insanların sıkça maruz kaldıkları sorulardır. Sıradan insanların bu soruları sormalarını yadırgamamak gerekir; çünkü onların kavrayamadıkları ya da “kaçtıkları” şeyler için devrimciliği ruhunda barındıran insanların hayatlarını feda etmeleri onlara fazlasıyla garip gelir. Bu konuyu değerlendirmek için bir yöntem belirleyelim. Soruları onların gözüyle soralım, cevapları devrimci “mantalitesiyle” verelim.
“Peki ama neden? Neden bir insan hayatını bile isteye zorlaştırır?”
Devrimci, karşılaştığı zorluklara nihai amacı önünde duran engeller gözüyle bakar. Bu engeller onun gözünü korkutmaz. İnandığı şeyin kutsallığı, onu yaşadığı sıkıntılar karşısında çelik gibi bir iradeye sahip olma zorunluluğuna iter. Dışardan bakan bir göz mücadeleci insanların hayatı kaçırdıklarını düşünür; ancak bu çok büyük bir yanılgıdır. İnsanın yapısında anlamlandırma özelliği mevcuttur. İnsanın tarih boyunca anlamlandırmaya çalıştığı en temel sorun varoluş sorunudur. Bunun üzerine Nietzsche, Sarte, Schopenhauer, Camus ve diğer birçok düşünür kendince açıklamalar yapmış ve varoluşu kavramaya çalışmışlardır. Varoluşu anlamlandırdıktan ya da kabullendikten sonra da anlamlandırma süreci sona ermez. Sonraki soru “Var olduğumuz bu dünyada nasıl bir yaşamı benimsemeliyiz?” sorusudur. Devrimci bu sorunun cevabını kendince cevapladığı için devrimcidir. O, dışardan bakanların deyimiyle “hayatı kaçırmaz” aksine yaşamını anlamlandırmış ve bu anlam üzerine şekil vermiştir.
Devrimcinin mücadelesine yüzeysel bir şekilde bakıldığı zaman iktidar kavgası, parti mücadelesi ya da bir düşüncenin “saplantılı müritliği” şeklinde yorumlanabilir. Bu sığ düşüncelerin aksine devrimci iyi ve kötünün savaşını verir. Sürdürdüğü iktidar kavgası, inandığı ideoloji uğruna verdiği mücadele bu mantığa dayanır. İdeolojisi onun ezen ve ezilen arasındaki ilişkide ezilenin tarafında olmasının aracıdır.
Devrimcinin vakit ayırma sorunu yoktur. Devrimci gündelik işlerinden kalan zamanını devrime ayırmaz, mücadelesinden kalan zamanını diğer işlerine ayırır. Zaten O’na göre her yer politik duruş ve eylem gerçekleştirilebilecek bir alandır.
Devrimci, toplumla bireyi birbirinden ayırmayan kişidir. Sağlıklı bir bireyin huzuru içinde bulunduğu toplumun huzuruna bağlıdır. Devrimci bunun bilincinde olan kişidir.
“Hiçbir çıkarının olmadığı bir işle uğraşmak ne kadar mantıklı?”
Devrimcinin birçok çıkarı vardır. Bu noktada çıkar kavramına maddi açıdan bakmamak oldukça önemlidir. Devrimci, benimsemediği bir düzenin içerisinde rahat edemez. Devrim gerçekleşir ve bozuk düzen değişirse bu onun çıkarına olur. Haklıya hakkı verilip, haksızdan hesap sorulursa bu onun çıkarına olur. Yoksulluktan tükenmiş, sömürülmekten bitkin düşmüş insan kalmadığında bu onun çıkarına olur. Üzerinde yaşadığı topraklar bir avuç oligarka parsel parsel satılmadığında bu onun çıkarına olur. Devrimcinin aslında birden çok çıkarı vardır; ancak bu çıkarlar onun karşısında olanların anladıkları türden olan çıkarlar değildir.
“Ülkenin politikacısı, askeri, polisi yok mu?”
Devrimci, kişilerden ya da kurumlardan medet ummaz; çünkü iyi bilir ki bir şey yapılacaksa bunu yapabilecek yegâne kişi yine kendisidir. Ayrıca devrimci, devrim sürecini başkalarına emanet edemeyecek kadar önemli gören kişidir. Kişilerden ya da kurumlardan beklenen umutlar, onların başarısızlığı sonucu son bulacak olan umutlardır. Bu nedenle devrimler, devrimciler tarafından gerçekleştirilir; ancak şartlar işbirliğini gerektirirse devrime giden yolda geçici ittifaklar içerisinde olunabilir. Bu ittifakların ya da yardımlaşmaların da bir sınırı vardır. Kişi ya da kurumlardan alınan destek, devrimciyi onların güdümüne girmeye itiyorsa başarısızlık kaçınılmazdır. Profesyonel devrimci bunları bilir ve ona göre hareket eder.
Devrimci; politikacılardan, kolluk kuvvetlerinden ve diğerlerinden bir şey bekleyemeyeceği gibi evrimden de beklentisi olamaz. Burada bahsedilen evrim, “toplumsal evrimdir”. Hem evrimci hem devrimci olunmaz. Diplomasiyle devrim yapılamaz. Devrim merhameti de kaldırmaz. Askeri ya da siyasal diktatörlükleri/istibdadı yıkacak olan yegâne çözüm sertliktir. Yeniden inşa edecek olanlar ise halktır. Bu konuya ilişkin sayılabilecek, yine büyük devrimcilerden Antonio Gramsci, çekildiği bir sorgu esnasında şunları söylemiştir: “Bütün askeri diktatörlüklerin er ya da geç savaşla devrileceğine inanıyorum. Bu olduğunda bana proletaryanın yönetici sınıfını devirmesi, iktidarı ele alması ve ulusu yeniden kurması çok açık görünüyor.”
“Taraf olmak, düşman kazanmak korkutmuyor mu?”
Tarafsızlık acı bir kayıtsızlığın sonucudur. Yaşayan ve bilinci yerinde olan her insanın kendince benimsediği görüşleri vardır. Bu görüşler onu bazı insanlara, ideolojilere yaklaştırdığı gibi bazılarına da uzaklaştırır. Burada insan için iki seçenek kalır: ya kendi görüşlerine kayıtsız kalıp tarafsızlığı seçer, ya da benimsemediklerine karşı taraf olup yoluna devam eder. Devrimci taraf olan kişidir. Taraf olduktan sonra karşındaki kesim tarafından sevilmeyeceği açıktır. Devrimcinin böyle bir amacı yoktur, olmamalıdır da. Devrimci hedef olmaktan, düşman kazanmaktan korkmaz. Onu asıl endişelendiren şey karşısındakilerin ona karşı kayıtsız kalmasıdır.
“Devrimcinin belli bir savaş alanı var mıdır?”
Devrimcinin belli bir amacı olduğu halde belli bir mücadele alanı yoktur. Mücadele alanı, şartlara, kişilerin yatkınlığına ve bulunulan ortama göre değişiklik gösterir. Devrimci mücadele tek yönlü gerçekleştirilemez. Şartlar ve yatkınlık konusuna şöyle örnek verilebilir:
Devrimci; silahlı mücadeleyi gerekli görüyorsa onun savaş alanı sokaklar ve kırlardır. Akademik alanda mücadele etme gereği duyuyorsa savaş alanı kitaplardır. Sanat alanında karşılık vermek istiyorsa yeri sahnedir, bayrağı tuvaldir, silahı kullandığı müzik aletidir. Bir devrimci mücadele alanının mümkün mertebe genişletmek zorundadır. Bulunulan yer konusu ise şöyle açıklanabilir:
Devrimci mücadele, kesintisiz bir eylemdir. Bu eylem bulunduğun yerin farklılıklarına göre değişiklik gösterse de özünde aynıdır. Öğrencinin bulunduğu okulda verdiği eğitim mücadelesi, işçinin fabrikasında verdiği emek mücadelesi ve kadının toplum içinde verdiği eşitlik mücadelesi bu bağlamda değerlendirilebilir.
“Yoldaşlık, devrimci için neyi ifade eder?”
Gerçek bir yoldaşa, yani yol arkadaşına sahip olmak devrimci için büyük bir şanstır. Bu durumun mahiyetini açıklamak zordur. Devrimci hayatının büyük bir bölümünü yalnız geçirir. Bu yalnızlık kalabalıklar içerisinde yaşanan yalnızlıktır. Devrimcinin birden fazla arkadaşı olabilir, onlarla güzel vakit geçirip, akıcı sohbetler edebilir; ancak günün sonunda onlarla aynı yerde olmadığını fark edecektir. Bunun nedeni sıradan arkadaşlıklarda kaygıların, arzuların, hedeflerin farklı olmasıdır. Yoldaşlık burada arkadaşlıktan kendisini ayırır. Aynı yolu yürüdüğü, aynı isteklere sahip olduğu, aynı hedefler doğrultusunda uğruna canını verebileceği kişidir devrimcinin yoldaşı.
İdeolojik bağ insanlar arasındaki en kuvvetli bağdır. Böyle bir bağda aynı aileden olmaya, aynı kanı taşımaya gerek yoktur; çünkü bu bağ başlı başına kardeşlik niteliği taşır. Yoldaşlık diğer arkadaşlık ilişkileri gibi kırılgan değildir. Yoldaşlıkta güven problemi yaşanmaz; çünkü yoldaşların devrime olan sadakati aynı zamanda birbirlerine olan sadakatidir.
Devrimci olmak; farklı olmaktır, zoru seçmektir, eğilmemektir, saklanmamaktır, karakter meselesidir. İnsan hayatında dürüstlük, onur, iyilik, duruş gibi kavramlar fazlasıyla önem taşır. Bu özelliklere sahip olmadan da bir hayat sürdürmek mümkündür; ancak bu özelliklere sahip olduğunda sürdürebileceğin bir hayat gibi değil. İşte devrimci olmak bu özelliklerin bileşimidir.
Tüm insanlık bilmelidir ki; dünyayı devrim ve devrimci mücadeleyi benimsemiş kişiler güzelleştirecektir.
Kadir ALTUNLU
KAYNAKÇA
FİORİ Giuseppe, AntonioGramsci Bir Devrimcinin Yaşamı, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2014.