II
İkinci Bölüm “Paradoksun Resmi: Siyonizm, Yahudiliğe Karşı” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde ulusal kurtuluşun paradoksu olarak Yahudi örneği ele alınmıştır. Yahudi diasporasının “riayet” ve “tehir” ile şekillenmiş sürgün kültürüne Siyonist hareketin itirazları, İsrail devletinin kurulmasıyla yüz binlerce göçmenin sürgün kültürünü İsrail’e taşıması, devletin zora dayanan iskân politikalarının göçmenler üzerinde yarattığı rahatsızlık ve tüm bunların sonunda laiklik ilkesinin aşınması ve Yahudiliğin yeniden dirilerek militan bir ideoloji haline gelmesi bu bölümde ayrıntılarıyla açıklanmaktadır.[1]
Devletin Ele Geçirilmesi
Yazarın resmettiği paradoks, İsrail örneğinde olduğu gibi laik yönetimden (işçi siyonizminden) muhafazakar yönetime geçiş ve muhafazakarların devleti ele geçirmesi şeklindedir. Muhafazakarlar devlet mevzuatının Yahudi hukuku üzerinden şekillenmesini istiyorlar. Walzer’a göre, bugünkü İsrail, siyonizmin seküler devlet tasavvurunun çok uzağındadır. Aynı şekilde Walzer eserinde; seküler milliyetçiliğin reaksiyonel olarak dini uyanışla karşılaşması Filistin ve Cezayir örneğiyle de desteklenmiştir. Yazar, görmezden gelinen dinin, üç ülkede de (ve Filistin’de de) “militan bir dini milliyetçilik getirdiğini ama henüz tam anlamıyla ulusal kurtuluş projesini de bozguna uğratıp mağlup edemediğini” savunmaktadır.[2]
Diyalektik İlerleme
Walzer, taraflar (seküler/dindar) arasındaki çatışma ve çelişkilerin diyalektik bir süreçte ilerlemediği[3] ve aralarında bir köprü ya da etkileşimin bulunmadığı[4] kanaatindedir. Walzer bu görüşünü Gershom G. Scholem’den ödünç aldığı iki kavramı kullanarak Siyonizm üzerinden açıklamaktadır: Siyonizmi şekillendiren “isyan hareketi” ve “süreklilik hareketi” şeklinde ifade edilen ve birbiriyle çelişen iki eğilim bulunmaktadır. Burada isyan öğesi seküler bir görüş ihtiva ederken, süreklilik ise geleneksel Yahudilere özgü bir anlayıştır. Bu iki görüş Siyonizmin esasını belirleyen iki etken öğedir. Gershom G. Scholem’e göre Siyonizm gerçekleşmediği sürece bu iki eğilim uyumlu bir şekilde bir arada bulunabilir ve pratik düzlemde birbirleriyle çatışmazlar.[5] Fakat Walzer, bu iki eğilimin hiçbir suretle birbirlerini etkilemediğini, diyalektik bir ilişki içine girmediklerini tespit etmektedir. Diyalektik süreci işletmek için taraflardan birinin diğer tarafla bir iletişime geçmesi gerektiğini savunan yazar, ulusal kurtuluşçuların geleneksel kültürle girişecekleri eleştirel bir hesaplaşmadan güçlenerek çıkacaklarını ileri sürmektedir.[6] Bu görüş ulusal kurtuluş projesinin son bulmadığına, ucu açık bir müzakere süreciyle yoluna devam ederek tekrar başarıya ulaşabileceğine yönelik umudu yaşattığı için değerlidir.
Paradoksun İnkarı: Marksist Perspektifler
III
Üçüncü Bölüm “Paradoksun İnkarı: Marksist Perspektifler” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde aslında ortada bir paradoksun olmadığını ileri süren Marksist yaklaşım ele alınıyor ve eleştiriliyor.
Marksistler, ulusal kurtuluşçuların “yeterince seküler” olmadıklarını, dini fanatiklerle aralarındaki çatışmanın “yüzeysel bir fenomen olduğunu” savunsalar da Walzer bu çatışmanın derin ve yıkıcı olduğunu, ulusal kurtuluşun militanlarının dinci fanatiklerle karşılaşarak ve dini bağnazlığın tüm ülkeyi ve devleti ele geçirmesiyle büyük bir endişe ve hayal kırıklığına kapıldıklarını tespit ediyor.[7]
Marksistler ile Walzer
Marksistler “ulusal kurtuluş” ile “dini uyanışın” ikisinin de dar görüşlü, şovenist ve ötekileştirici olduğunu ileri sürerlerken, Walzer; ulusal kurtuluşçuların sömürülen ulusu kurtarmak için “kimi dini temaları kendilerine mal edip”[8] ulusalcı propagandada kullanmış olmalarında bir sorun görmüyor.[9] Gerçekte kurtarıcıların giriştikleri siyasi mücadelenin amacı; kendi uluslarını “uluslar topluluğunun eşit bir üyesi yapmak ‘ötekilerle’ ilişkilerini mütekabiliyet esasına göre yürütmek[tir].”[10] Ulusal kurtuluşçu hareketler Batılı devletlere benzeyen Avrupa standartlarında demokratik bir devlet kurmayı hedeflerken, “dini fanatikler tam tersine farklı olmak istiyorlar”, dini geleneklerinin şekillendirdiği Hindu kültürünü, Yahudi ve İslam hukukunu temel alan bir devlet talep ediyorlar. Bu yüzden ulusal kurtuluş ve modernleşme fikrini “taklitçi” olarak nitelendiriyorlar, demokrasi ve insan hakları söylemlerini reddediyorlar.[11]
Milliyetçi Hareketin Dinle İlişkisi
Marksistler; milliyetçi hareketin dinle kurduğu yakın ilişkinin çıkar temelli sınıfların ortaya çıkmasını engellediği görüşündedir. Örneğin; Hindistan’daki kast sistemi bu ülkedeki sınıf siyasetini zorlaştırmaktadır. Ancak; bu doğru olsa bile incelediği üç vakada Walzer, halkın içinde ekonomik çıkarlara dayalı toplumsal dinamikleri harekete geçirecek nitelikte devrimci bir talebin bulunmadığı görüşündedir.[12] Ulusal kurtuluş verilirken, sömürgecilerin baskısı altındaki bütün toplumsal sınıflar ulus kimliği altında birleşmişti. Kurtuluştan sonra da sınıf temelli bir siyaset oluşamadı.[13] Walzer, Marksist projenin başarısız olduğunu, proleter enternasyonalizmin ulus kimliğinin yerini alamadığını, alsa bile dini duygulara ilave olarak ulusal ve kültürel bağları onaylamadıkları için gelenekçilerle olan çatışmanın daha da derinleşmesinin muhtemel olduğunu savunmaktadır.[14]
Diğer bir önemli farklılık ulusal kurtuluşçuların kendi içerisindeki azınlık haklarına yönelik eşitlik taahhüdünü yerine getiremediği meselesidir. Ulusal kurtuluşçular kurtuluşun başında eşitlikçi ve kapsayıcı politikalar vaat etmişlerse de Walzer’a göre her üç vakada (Cezayir, Hindistan ve İsrail) bu başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Yazar “her kolektif benlik kendi kaderini tayin etmeli; her ulus kendini özgürleştirmeli… Yahudiler Filistinliler tarafından test edilir, Cezayirli Araplar Berberiler tarafından, Hintliler ise çoğunluğun Hindu olduğu ulus devletlerinde ‘Müslümanlar’ tarafından test edilir. Şu sıralar bu üç ulusun hiçbiri bu sınavlardan yüksek puan alamıyor” demektedir.[15] Fakat yine de ulusal kurtuluşçular ile dini bağnazlar arasındaki en önemli farklılık azınlık hakları meselesinde ortaya çıkmaktadır. Çünkü dini bağnazların azınlık haklarına yönelik herhangi bir vaadi bulunmuyor. Onlar azınlıklara hoşgörü göstermiyorlar ve eşitlikçi bir anlayış yerine “sadece kendilerine ait” ve kendileri için bir devlet talep ediyorlar.[16]
Batılı Egemenlerin Sömürge Politikası
Walzer eserinde dini muhalefetin güçlenmesinde eski Batılı egemenlerin sömürgeci politikalarını yadsımaktadır. İncelediği üç vakada sadece kurtuluştan sonraki iç dinamiklerle ilgilenmiş, dini uyanışçı muhalefete dışarıdan bir destek gelip gelmediğini sorgulamamıştır. Yazar analizlerinde; yabancı egemenler ile dini önderler arasında bir zamanlar birbirlerini meşrulaştırıcı ve sömürge politikalarıyla uyumlu örtülü bir işbirliği bulunduğuna[17] (Örneğin; İngilizlerin Hindistan’daki kast sistemine müdahalesi olmamıştı.) ve ufukta kurtuluş umudu göründüğünde bu işbirliğinin kesintiye uğradığına[18] yer vermiş olsa da kurtuluştan sonra bu ilişkinin tekrar kurulup kurulmadığına değinmemiştir. Kitapta dini muhalefetin eski egemenlerden bir destek alarak gücünü artırmış olabileceği ihtimali üzerinde hiç durulmamıştır. Dolayısıyla dini radikalizmin yükselişinde Batılı sömürge politikalarının etkisi de hesaba katılmalıdır. Kanımca üç vakada da dış dinamiklerin etkisinin araştırılmaması çalışmanın eksik yönünü teşkil etmektedir.
Ulusal Kurtuluşun Geleceği
IV
Dördüncü bölüm “Ulusal Kurtuluşun Geleceği” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde Hintli yazarların geliştirdiği post-kolonyal yaklaşımlar ele alınmakta ilk üç bölümde ileri sürülen görüşlerin bir sentezinden yola çıkılarak ulusal kurtuluşun bir geleceğinin olup olmadığı sorgulanmaktadır. Bu bölüm “neden seküler kurtuluşun liderleri ve militanları başarılarını pekiştiremediler ve birbirlerini takip eden nesiller boyunca kendilerini yeniden üretemediler” sorusuyla başlıyor.[19]
Yazar bu bölümde üç vaka olarak seçtiği ülkelerdeki uygulama örnekleriyle tespitlerini derinleştiriyor; dini radikalizmin gücünü ve militan karakterini, seküler radikalizmin mutlakçılığı ile açıklıyor ve dini uyanış yükselirken ulusal kurtuluş fikrindeki eşitlik ve sekülerlik fikrinin çöktüğünü tespit ediyor. Yazar, modern radikalizmin uygulanmasında devlet mekanizmasının ulusal kurtuluşçuların elinde bir araca dönüştüğünü ve “Seküler ve modern radikalizmin, (dini) uyanışçı aynı zamanda modern bir tepki” yarattığını vurguluyor.[20] Ona göre “Radikal yenilik iddiası, kaçınılmaz olarak radikalleşmiş bir eskiliğe yol açar.” [21]
Din
Ulusal kurtuluşçular sömürgecilikle verdikleri savaşı kazanmış olabilirler ama Batı’da olduğu gibi sekülerizm için bir savaş vermiş değiller.[22] Walzer’a göre ulusal kurtuluşçular dini görmezden gelerek sekülerizm adına gerçek bir savaş vermekten kaçındılar. Çünkü geleneksel dini toplulukları tanımak konusunda isteksizdiler. İki sebepten dini görmezden geliyorlardı:[23]
1- Seküler Körlük: Dini toplulukların bir geleceği olduğuna inanılmaması, dini inanç en azından onun batıl biçimlerinin “gerçeğin dokunuşuyla yok olacağına” olan modernist görüşlerin temel alınması.[24]
2- Seküler Korku: Dini topluluklar tanınırsa güçlenmelerinden endişe duyulması.
Seküler körlük ve seküler korkunun bir sonucu olarak, sekülerizm üzerinde toplumsal bir müzakere ve mutabakat olmamıştır; daha doğrusu, ulusal kurtuluşçular böyle bir mutabakata gerek görmemişler ve kurtuluştan hemen sonra dini gelenekleri dışlamışlardır. Dolayısıyla kurtuluşun başlarında sekülerleşmenin demokratik niteliği değil, otoriter niteliği ön plana çıkmıştır.
Diğer taraftan, kurtarıcılar devlet eliyle uygulanan modernleşme politikasının toplumda “dine yönelik bir saldırı olarak algılanmasından” da endişe edilip korkmuşlardır.[25]
Kurtuluş Tekrar Eden Bir Süreçtir
Walzer “kurtuluş tekrar eden bir süreçtir: Dünyadaki herkes için aynı anda gerçekleşmez; tekrar ve tekrar gerçekleşir. Ama bu, birbirini takip eden her mücadelenin bir öncekinin birebir taklidi olacağı anlamına gelmez.” demektedir. [26] Yazara göre, ulusal kurtuluş “uzun [seküler] bir süreçtir, tek bir savaş değil, onlarca yıla yayılan bir savaşlar dizisidir. (…) dünyevi bir süreçtir ve süresi belirsizdir.” Dolayısıyla ulusal kurtuluşun tek ve kesin bir sonucu yoktur.[27]
Walzer “Gelenekçilerin dünya görüşü yadsınamaz, feshedilemez ya da yasaklanamaz; bu görüşle bir biçimde ilişki kurulması gerektiği” kanaatindedir.[28] Walzer incelediği her üç vakada da kurtarıcıların “insanların inançlarını ve pratiklerini yeteri kadar ciddiye” almamakla[29] ve onları küçümseyerek müzakere yoluna gitmemekle hata yaptıkları görüşündedir. Ulusal kurtuluşçuların kendi toplumlarının kültürel köklerini göz ardı ederek uyguladıkları radikal modernleşme politikalarını eleştirmektedir. Kimlik inşası aşamasında kültürel kimliğin tümden reddedilmesine karşı çıkmaktadır. Kurtarıcılar “geçmişlerinin en azından bir kısmıyla barışmış” olsalardı, “bir dizi inanç ve pratiğe şekil” vererek “dini inanışın aşırılıkları”nıönleyebilirlerdi.[30] Ulusal kurtuluşçular geleneği küçümseyip yok saymaktansa onu “dikkate almalı” ve “onunla entelektüel ve siyasi anlamda ilişkiye geçme”liydiler. Ancak bu ilişki geleneğin olduğu gibi kabullenilmesi anlamına da gelmiyor.[31] Her toplumun kendine özgü geleneğe gömülü vaziyette bulunan ve batılı (evrensel) değerlerle de kısmen örtüşebilecek nitelikte kültürel deneyimleri bulunmaktadır. Walzer “…en iyi ahlaki ve siyasi argümanlar, ikna edilmesi gereken halkın kültürü ile bağdaşan ya da ondan türeyen argümanlardır” demektedir. [32] Yazara göre gelenekle temasta seçici bir yöntem benimsenmelidir. Modernleşme deneyiminden geçen her ülke kendi kültürel deneyimi çerçevesinde; geleneğin içinden, ulusal kurtuluşa hizmet eden, evrensel değerlerle barışık yeni argumanlar, yeni dayanak noktaları bularak kendine özgü bir kuruluş mücadelesi vermeye devam edecektir. Walzer bu görüşlerini Hintli yazarlar ve Hindistan’daki kadın hareketi üzerinden izah etmektedir.
Modernist ve Gelenekçi Çatışması
Kadın hakları, azınlık hakları, medeni hukukun önceliği, töre ve namus suçlarıyla mücadele gibi meselelerde; “modernist- gelenekçi” çatışmasının yoğunluğuna ve tarafların gücüne ve ikna kabiliyetine göre müzakere etmek ve nihayetinde bir uzlaşıya varmak toplumdan topluma değişkenlik arz eder ve oldukça zordur. Walzer sorunların çözümünde, geleneğin içinde bulunan “eşitliğe, insan haklarına ve sosyal adalete” temas eden toplumsal pratiklerin seçilerek sol siyasette kullanılmasını öğütlemektedir.[33] Seküler hareketin kültür içeriği zayıf, dinin kültürel gücü yüksekse, o halde seküler hareketin kültürel içeriği, seçici bir yöntem benimsenerek din ve gelenekle zenginleştirilmelidir.
Walzer, hegemonyanın egemenlik anlamına gelmediğini, üzerinde hegemonya kurulacak grupların çıkar ve eğilimlerinin hesaba katılarak belirli bir dengenin kurulabileceğini, hegemonyanın hegemonik grupların bazı özveride bulunmasına bağlı olduğunu, bu sebepten Hindu, Müslüman ve Yahudilerin çıkarlarını hesaba katarak hegemonik bir dengeye doğru ilerlenebileceğini ileri sürmüştür.[34] Walzer’a göre tek bir evrensel hegemomik denge yoktur: Hegemonya; baskın grubun gücünden ve muhtemelen ilkelerinin bir bölümünden vazgeçtiği bir hâkimiyet biçimdir. “Yani tavizle uzlaşıya dayanan bir hâkimiyet biçimine karşılık gelir.” Bu süreçte “müzakerenin” üreteceği mutabakat; farklı kurtuluş, farklı modernlik, farklı seküler düzeylerde oluşacaktır. Dolayısıyla her toplumda din ve devlet ayrışmasının birçok özel farklı biçimi söz konusu olabilir.[35]
Aydınlanma ile İnanç
Aydınlanma ile inanç arasındaki çatışma, karşılıklı diyaloğun bulunmadığı toplumlarda trajik bir yıkım ile sonuçlanabilir. Tam da bu noktada Walzer’ın diyalog tavsiyesi ve müzakereci yaklaşımı G.W.F. Hegel’in çatışma ve uzlaşı diyalektiğini taklit eder niteliktedir. G.W.F. Hegel, bilinçlerin karşılıklı olarak itirafta bulunup birbirlerini bağışlayarak yepyeni bir ilişkiye adım attıkları, bu iki pratikle (itiraf-bağışlama) karşılıklı tanınma ilişkisine girdikleri, tekrar eden ucu açık bir diyalog ve müzakere süreciyle bilinçlerin uzlaşmaya yöneldiği ve böylece çatışmanın çözüme kavuşturulduğu bir uzlaşı arayışını tasvir eder.[36] Walzer’ın müzakereci yaklaşımı da farklı bir yöntem içermemektedir. Yazar dinin kültürel gücünün tanınmasını ve gelenekle ucu açık sürekli bir diyalog ve müzakere sürecine girilmesini önermektedir. Bunun için ulusal kurtuluşçu seküler siyaset her türlü eleştiriye açık olmalıdır, böylece kendini sürekli yenileyerek başarıya ulaşacağı ön görülmektedir.
Dinde bir çeşit reform gerekliyse, dinin yerini bilimsel rasyonalitenin alması gerektiğini savunan ulusal kurtuluşçu hareket için de her zaman için bir reforma ihtiyaç vardır.[37] Gelenekle ve geleneksel aktörlerle sürekli bir iletişim ve etkileşim sağlanmalı ve seküler hedefler revize edilerek müzakere süreci devam ettirilmelidir. Gerçekten de müzakereci yaklaşım, süregelen ve giderek radikalleşen sürtüşmeleri yumuşatarak taraflar arasındaki gerilimi azaltacak ve diyalektik süreci başlatacaktır. Bu bakımdan Walzer az gelişmiş ülkelerdeki modernleşmenin getirdiği gerilimlerin azaltılması noktasında önemli bir katkı sunmaktadır.
Yazar; ulusal kurtuluşçuların, başlarda gelenekle geniş çaplı bir ilişki kurmuş ve geleneksel aktörlerle müzakere etmiş olsalardı, daha başarılı bir sonuç elde edeceklerini; kendi hegemonyalarını kısmen koruyarak en azından bugünkü ölçekte dini radikalizmle karşılaşmayacaklarını değerlendirmektedir.[38] Kurtuluşun başında eski kültürle eleştirel bir hesaplaşma ve müzakereye girişilmemesi, tepkisel olarak dini uyanışın radikal şekliyle iktidara gelmesi; hem dini radikalizm sorunu yaratmış, hem de sekülerizmi bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya bırakmıştır.
Dini radikalizm; bireysel özgürlükler, demokrasi, cinsiyet eşitliği, dini çoğulculuk gibi değerleri tehdit etmektedir. Yazara göre bu değerler yalnızca Batının ya da solun değerleri değildir. İnsanlığın evrensel değerleridir. Bu değerleri dini bağnazlara karşı savunmak için ideolojik bir savaş verilmelidir.[39] Walzer için bugün gerçek tehlike bu yükselen bağnazlık ve dini radikalizmdir.
Kurtuluşun başlarında seküler radikalizm tepkisel olarak yaşattığı mağduriyet duygusu dini uyanışı körüklerken, buna bağlı olarak da dini bağnazlığın ortaya çıkmasında sorumluluk dolaylı olarak seküler politikacılarındır. Dini bağnazlıkla mücadele edilmesinde ilk görev yine seküler politikacılara düşmektedir. Walzer incelediği üç ülkedeki sol politikalara dini bağnazlıkla mücadele noktasında önemli roller atfetmekte ve sol seküler politikaları çözümün bir parçası olarak görmektedir. Walzer Batı dışı toplumlardaki sol politikacıların toplumun geniş bir kesimini kapsayıcı yaklaşımlar ve politikalar üretmesini öğütlemektedir. Sol politikacılara, kendi seküler fikirlerini ulusal kültüre dayatarak değil, kutsal duygulardan vazgeçmeden dini pasifliğin ve radikalizmin üstesinden gelmeyi önermektedir. Bu bakımdan Walzer sol dünya görüşüne sahip bir yazar olarak, dinin siyasi gücünü görmezden gelen geleneksel sol siyasetten ayrışmaktadır. Diğer taraftan sol siyaset toplumu içeriden dönüştüren politik mücadelenin sadece bir tarafını teşkil eder. Politik yelpazede demokratik solun dışında farklı alternatifler ve farklı siyasi yönelimler bulunmaktadır. Örneğin seküler devlet düzenini savunan sağ politikaların neler olması gerektiğine kitapta değinilmemiştir. Walzer eserinde demokratik sola öğütler verirken, diğer politik alternatifleri dışlamış ve ihmal etmiş görünüyor.
İhsan TORUN / Doktora Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, [email protected]
Makalenin ilk bölümünü okumak için aşağıdaki bağlantıya tıklayınız…
KAYNAKÇA
Farneth, Molly B. Hegel’in Toplumsal Etiği, Çev. Kadir Gülen, 1. Baskı, İstanbul: İz Yayıncılık, 2021.
J. Wright, Brendan. Contemporary Political Theory. Cilt. 16, 3, 434-438, The paradox of liberation: Secular revolutions and religious counterrevolutions, https://link.springer.com/article/10.1057/s41296-016-0074-y (Erişim Tarihi: 14.12.2021)
Scholem, Gershom. Zionism: Dialectic of Continuity and Rebellion. in Ehud Ben Ezer, ed., Unease in Zion (Jeru-salem: Jerusalem Academic Press, 1974), 263-296. https://www.academia.edu/44508785/Gershom_Scholem_Zionism_Dialectic_of_ Continuity_and_Rebellion_in_Ehud_Ben_Ezer_ed_Unease_in_Zion_Jerusalem_Jerusalem_Academic_Press_1974_263_296 (Erişim tarihi: 14.12.2021)
Walzer, Mıchael. Kurtuluş Paradoksu: Seküler Devrimler Ve Dini Karşıdevrimler, Çev. Zeynep Şarlak, İstanbul: İletişim Yayınları, 2021,
Walzer, Michael. “İslamism and the Left,” Dissent, https://www.dissentmagazine.org/article/islamism-and-the-left (Erişim Tarihi: 11.12.2021)
[1] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 49-64.
[2] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 66.
[3] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 46.
[4] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 73.
[5] Gershom Scholem, Zionism: Dialectic of Continuity and Rebellion, in Ehud Ben Ezer, ed., Unease in Zion (Jerusalem: Jerusalem Academic Press, 1974), 273, 274.
https://www.academia.edu/44508785/Gershom_Scholem_Zionism_Dialectic_of_Continuity_and_Rebellion_in_Ehud_Ben_Ezer_ed_Unease_in_Zion_Jerusalem_Jerusalem_Academic_Press_1974_263_296 (Erişim tarihi: 14.12.2021)
[6] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 75.
[7] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 85.
[8] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 84.
[9] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 85.
[10] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 83.
[11] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 99.
[12] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 91.
[13] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 93.
[14] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 92.
[15] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 106.
[16] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 107.
[17] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 24.
[18] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 35.
[19] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 109.
[20] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 110, 111, 113.
[21] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 128.
[22] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 114.
[23] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 115.
[24] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 115.
[25] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 117.
[26] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 122.
[27] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 134.
[28] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 124.
[29] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 125.
[30] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 46.
[31] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 129.
[32] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 121.
[33] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 119, 131, 132.
[34] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 127.
[35] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 127.
[36] Molly B. Farneth, Hegel’in Toplumsal Etiği, Çev. Kadir Gülen, 1. Baskı, İstanbul, İz Yayıncılık, 2021, 121-170.
[37] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 127.
[38] Walzer, Kurtuluş Paradoksu, 133.
[39] Michael Walzer, “İslamism and the Left,” “https://www.dissentmagazine.org/article/islamism-and-the-left (Erişim Tarihi: 11.12.2021)
Kaynak: Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi/Journal of Atatürk Yolu,70 (2022)