68 Kuşağı üzerine 40 yıldır yazıyorum.
Ergenlik yıllarıma denk gelen o dönemi çok yoğun bir şekilde içinden yaşamış, olan biteni gün gün gazetelerden ve İstanbul sokaklarından takip etmiştim.
İlk siyasi resimlerimi, Deniz Gezmiş henüz hayattayken, 1970-71’de o dönem ve Gezmiş hakkında yapmış, sanatsal hayatıma etkilerini neredeyse daha bir çocukken yaşamıştım. 1997 yılında, yani 30. yılında, AKM’de “68’li Yıllar” başlıklı kişisel sergim açılmıştı. 68’in 40. yılında (2007) ve 50. yılında (2018) ise Piramid Sanat’ta açılan grup sergilerinin küratörlüğünü yaptım. Bu kalabalık buluşmalarda benim de birkaç işim sergilenmişti.
Bu yıl, Deniz Gezmiş’in idam edilişinin 50. yılı, anarken içimiz parçalanmaya, canımız acımaya devam ediyor…
Korkunç Haberi Paris’te Duydum…
Bu 50 yıl öncesinin 6 Mayıs’ını unutmam mümkün değil. Her hatırladığımda kalbimde sanki bir damar kopar. Zamanı geriye alabilme arzusunu en çok hissettiğim birkaç andan biridir.
O korkunç haberi, bir sergim için Paris’teyken, rahmetli usta sanatçı Kayıhan Keskinok ve annem ile beraber Champs-Elysées’de bir kafenin ikinci katında otururken aldık. Başımızdan aşağıya kaynar su döküldü.
Beş sene önce kaybettiğimiz sevgili Kayıhan Keskinok’u beş yaşımdan beri tanırdım; beni henüz çocukken sanatçı olarak keşfeden kendisiydi. Çok değerli bir ressam, sanat eğitmeniydi, büyük bir aydın ve solcuydu, Atatürkçüydü, ödünsüz laik, büyük bir Cumhuriyetçi’ydi. Yobazlara, faşistlere, Türkiye ve Atatürk düşmanlarına aman vermezdi. Onun 49 yaşında bu haberi aldığında nasıl yerle bir olduğunu görmek hiç şaşırtıcı değildi.
Karaoğlan veya Çelik Blek Gibiydi Deniz…
Bugünkü kuşakların belki bilmediği bir bilgi, Deniz Gezmiş o yıllarda da bir efsaneydi. Kendisine güvenmeyen politikacılar ve halk düşmanları onun adından bile korkardı. Resimli romanlardan örnek verecek olursak, Karaoğlan veya Çelik Blek gibi bir imajı vardı. Onlara benzetmem normal, çünkü o resimli romanlar da efsaneleri anlatıyordu; Deniz ise kendi başına yaptıklarıyla, başardıklarıyla, sokaktaki rüzgarıyla, gençlerdeki ve tüm halkın üzerindeki etkisi ile yaşayan efsaneydi.
Aklıma çok geliyor, Deniz Gezmiş tamamen haksız bir şekilde idam edilmeseydi, neler yaşanırdı? Bu alternatifleri kaçınılmaz şekilde sürekli hayal ediyorum.
Deniz, Yaşasa Neler Yapardı?
Öncelikle neler yaşanmazdı onu hemen söyleyeyim size:
İsmini bile vermekten imtina edeceğim hatta bir kısmı Deniz’in de o dönemlerden yakın arkadaşı olan başka isimler gibi, hiçbir zaman bir dönek olmaz, kendini ne liberallere ne Cumhuriyet düşmanlarına, ne de tarikatlara teslim ederdi. Deniz Gezmiş olarak yaşamaya ve Türkiye’yi etkilemeye devam ederdi, büyük ihtimalle bugünlere kadar! Bence cezaevinden en geç seksenlerin sonunda çıkar, sonrasında Türk sol siyasetinde büyük ağırlığı hissedilirdi. Siyasi akış ve geleceğimiz o tarihten itibaren, hatta belki o tarihten önce hapisten yazacağı yazılar veya vereceği mesajlarla toptan değişirdi. Belki 12 Eylül bile yaşanmayabilirdi.
Size bununla ilgili senaryo yazmam lazım, aklımda neler olabileceği somut olarak var.
Belki cezaevinden çıktıktan sonra CHP’de siyasete başlar ve hızla bu partinin Genel Başkanlığı’na yükselirdi. Buna da yükselecek itirazları duyar gibi oluyorum. Tabii ki herkesin fikrine saygım var ama çocukluğundan beri Atatürk’e ve Altı Ok’a bağlılığını bildiğim için, onun siyasi ağırlığı ideolojik açıdan geliştirici donanımı ve projeleriyle ülkeye en yukarıdan yön vermek için bu sefer siyaseti, en güçlü Cumhuriyetçi sol parti olan CHP’de kullanmak isteyebilecek olması bana çok yakın bir düşünce olarak geliyor. Ama kendisi CHP’nin üye yapısına da, işleyiş çarkına da büyük oranda etki yapardı. Ve tabii ki bence Güneydoğu’da bir kardeş kavgası başlaması ve sürmesine mani olurdu. Bu kritik konuda babası Cemil Bey ile yapabileceği konuşmaları duyar gibi oluyorum…
25 Yılda 100 Yıllık Etki Bıraktı
Yalnız 25 yaşında aramızdan ayrılmış olmasına rağmen 100 yıl yaşamış gibi bir etkileme alanı yaratması, bu 50 yılı bizlerle yaşasaydı, herkesi ve her şeyi ve bütün siyasi arenayı bambaşka bir istikamete çekebileceğini bana hissettiriyor, gösteriyor…
Deniz’in Ailesi
Deniz’in bütün ailesini yakından tanıma şansım oldu. Haklarını hiçbir şekilde ödeyemem, annesi, babası, abisi, kardeşi, bütün akrabaları, avukatı ve avukatının eşi, her biri beni aileden biri olarak gördüler, 35 yıldır mahcup edecek kadar yakın davrandılar. Tabii ki ben de aynı şekilde onlara karşı hep aynı içten sevgiyi, saygıyı ve dostluğu hissettim.
Babası Cemil Bey ve annesi Mukaddes Hanımla röportaj için evlerine gittiğimde, 25 yıldır o yuvadan hüzün ve acının hiçbir şekilde yok olmadığını gördüm.
Annesi Mukaddes Hanım, nur içinde yatsın, her gün ağlamaya devam ediyordu. Oğlu hakkında konuşamıyordu bile.
Babası Cemil Bey, daha sakin bir şekilde eşyalara, hatıralara ve sözlerine hakim olarak bilgilerini ve görüşlerini benimle paylaşıyordu. Tam bir Cumhuriyet öğretmeniydi.
Abisi Bora ve rahmetli kardeşi Hamdi hep yakın dostum oldular. Maalesef Hamdi’yi birkaç yıl önce kaybettik. Mukaddes Hanım ve Cemil Bey’in ölümleri de çok üzücü ve ağır buluşmalardı her birimiz adına, ancak Hamdi’nin ölümü hiç mi hiç hesapta yoktu. Tanrı, Bora Gezmiş’e uzun ömür versin, yine 50. yıl hakkında epey beyin fırtınası yaptık ve kendisi yine benim de işlerimin aralarında olduğu büyük ve güzel bir serginin CKM’de kurulmasını sağladı.
Deniz’in Parkası
Avukatı Halit Abimiz, yani sevgili Halit Çelenk ve değerli eşi Şekibe Çelenk, Deniz için amca-teyzeden daha yakın insanlardı.
Aynı yakınlığı onlardan da gördüğüm gibi, Deniz yakalandığında üzerinde olan efsanevi parkasını, “68 Kuşağı 40. Yıl” sergim için ömürlerinde ilk ve son defa yalnız bana emanet etmiş olmaları, hayatta aldığım en önemli güvenoyudur. Ebediyete intikal etmiş olan çok saygın değerli büyüklerimizin, bu serginin önemini çok iyi anlayarak, bu müzelik eşyayı önce İstanbul’da sonra da Ankara’da sergilemem için 5 ay kadar bana emanet etmiş olmaları, hala nefesimi kesen bir güven ve sevgi örneğidir. Deniz’in parkasını ben de hiçbir zaman başka birine emanet etmeden arabamla evlerinden aldım sonra zamanı geldiğinde yine arabamla evlerine götürdüm. Sergi süresince kapalı cam bir odada, her şeyin 1971 ve 72’den olduğu bir cezaevi müdürü odası ve masası havasında bir dekorda sergiledim.
Piramid Sanat’ta Anma Etkinlikleri
30, 40 ve 50. Yıl 68 Kuşağı anma sergileri, her defasında büyük paneller, film gösterimleri, tartışmalar ve derin araştırmalarla beraber geldi. Her birinin çok önemli ve kalıcı yayınları oldu. Deniz Gezmiş ve onunla aynı anda yaşamlarını kaybeden Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ve başta Mahir Çayan olmak üzere, kaybettiğimiz diğer 68 önderleri hakkında en derin anekdotlar paylaşıldı, yeni kuşaklarla tanıştırıldılar ve bu sergiler çok ses getirdi. Bunu gerçekleştirebildiğimize hep çok mutlu oldum. Her biri çok zor oldu, çok zor yetişti, çok emek istedi ama her dakikası, her zerresi, “iyi ki yapmışız” dedirtti.
Her insan kendisi için veya yakın sevenleri için çok özeldir. Ama bazı insanlar herkes için çok özeldir ve sanki milyonlar onların birinci derece akrabasıdır. Deniz Gezmiş bu mucizeyi başaran çok az sayıda şanslı insandan biridir. Kendisi hakkında bu kadar çok film, kitap, şarkı, şiir, resim olması bir tesadüf değil; onun hakkındaki kitapların candan bir üslupla yazılmış olması, Deniz’in fikirlerinin, başardıklarının ve yaşadıklarının ülkeye ve yeni kuşaklara da hızla yayılmasını mümkün kıldı. 1997’de çıkan “68 Kuşağı Eylemciler” ve “68 Kuşağı Tanıklar” kitaplarımda da, ne mutlu bana ki, Deniz’in en yakınları tarafından en samimi anekdotlarla ve açık yürekle anlatılan bölümleri Türk okuyuculara birinci elden taşımıştır.
Denizlerle İlgili Araştırmalar
Önümüzdeki yıllarda Deniz Gezmiş ile ilgili bu artan merak ve Türk halkıyla buluşturma çabaları giderek arttı ve Deniz hakkında üniversitelerde veya bağımsız yazarlar arasında çok daha geniş araştırmalar ve kitaplar çıktı.
Evet biliyorum, bu konuda her birimizin görüşü, fikri, düşüncesi, yazabileceği akış senaryosu farklıdır; ama Deniz bu 50 yılı bizlerle yaşasaydı, Türkiyemizin siyasi yaşamı ne kadar daha farklı olurdu, üzerinde düşünmeye değer…
Küba Devrim Müzesi’nde Che ve Deniz
Küba Devrim Müzesi’nde açtığım sergide, Che ve Deniz’in birlikte yer aldığı eserlerimi sergilemiş, tüm basına Deniz ve arkadaşlarından, 68 Kuşağı’ndan bahsetmiştim.
68 Kuşağı, boş yere tarihe kalmadı. Fakat yaptığımız her şeye rağmen Deniz’i, Mahir’i Yusuf’u ve Hüseyin’i ve tüm diğer yoldaşları ve onların bu topraklarda bıraktıkları izdüşümlerini, dünyaya örnek olacak mücadelelerini henüz her ülke keşfedemedi.
Batının gizli bağnazlığı, kendini kapatmışlığı ve her çarpıcı tarihi olayı kendine mal etme hastalığı bunun nedenleri… Bir gün bunlar da aşılacak.
Kuşaktan Kuşağa…
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın 100. ölüm yıldönümleri için insanlar yine bir 6 Mayıs günü toplanacaklar, ama Ankara’da mezarları başında ama İstanbul’da yapılan sergilerde, toplantılarda… Kim bilir, o gün bizler de kaç yıldır toprak olmuş olacağız. Ama şundan eminim ki, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in arkalarında bıraktıkları eylem ve düşünce mirası, özverili, samimi, candan bir örnek olarak ülkemizin tarihinde hatırlanmaya, anılmaya, dilden dile, kuşaktan kuşağa dolanmaya devam edecek, sonsuza dek… Biz o kuşakları emekle, sevgiyle, sohbetle bu mirası üstlenmeye hazırladık. Onlar da sizin çocuklarınızı torunlarımızı aynı şekilde beslemeye devam edecekler…
Bedri BAYKAM / 26.04.2022