Önce kaçak arkadaşlarının güvenilir bir yerde saklanılması gerekiyordu. Kaçakların teslim edilmesine karşı olan grup kendi aralarında toplandılar ve en uygun yer olarak da kızların kontrolü altındaki Koç Yurdu’nu kararlaştırdılar.
Kızlar: Bizlerde Kavga Etmesini Biliriz
Sonra kız öğrencilerin temsilcileri çağrıldılar toplantıya. Polisin baskın yaparak kaçak arkadaşlarını zorla alma belirtilerinin kuvvetli olduğu anlatılınca, kız öğrencilerden biri “Bir dakika” dedi “Benim söyleyecek bir sözüm var. Koç Yurdu’nda elverişli bir yer var. Arkadaşları oraya alırız. Baskın olursa bizler de karşı koymasını, kavga etmesini biliriz.”
Erkek öğrencilerin istedikleri de buydu. Polisin baskını halinde aramak için en son akla gelen yer. Üniversitede Koç Yurdu’ydu. Kaçaklar oraya götürüldüler.
Kaçaklar, yurda yerleştikten sonra, bir grup kız öğrenci tarafından ziyaret edildiler. Kızlar, arkadaşlarına kitaplar, gazeteler, yiyecekler getirmişlerdi. Haberleri dinlemeleri için de radyo.
Gerekirse Birlikte Ölürüz
Oysa kaçaklar moral çöküntüsü içindeydiler. Durmadan sigara içiyorlardı. Odada gezinip duruyorlardı. Kızları görünce kaçakların ilk sözü “Çatışma başladı mı?” oldu.
Kız öğrenciler ise güldüler. Kızlardan biri “Olmadı” dedi. “Olsa bile olağan karşılamanız gerek. Çünkü bugün bir savaş var. Bizim ezilen sınıflar için ezenlere karşı verdiğimiz bir savaş. Ezenler Amerika’ya sırtını dayamış. İşbirlikçileri yenmek için pes dememek gerek. Savaşta ölmenin olağan olduğunu düşünmek gerek. Bu savaşta hepimiz birlikte olmalıyız. Gerekirse birlikte ölürüz. Ölünür savaşta. Ama polis baskını henüz yok. Olsun ama. Gelecekleri varsa görecekleri de vardır.”
Mahzende Bekleyiş
Sabaha karşı kaçaklar alındılar Koç Yurdu’ndan. Dışarıda kar yağıyordu. Hava soğuktu. Ayazın altında yürüyüp gittiler. İlerde arabaya binip uzaklaştılar.
Koç Yurdu’ndan sonra kaçış başlamıştı. Dondurucu bir kış rüzgarı esiyordu. Kar yağıyordu hafiften. Çevre alabildiğine karanlıktı. Zifiri bir karanlık.
Dayanışmanın en iyi örneğini vermiş olan ODTÜ öğrencileri, suçsuzluğuna inandıkları arkadaşlarının polisin eline geçmemesi için son kurtuluş yolunu deniyorlardı: Kaçış.
Kaçış büyük bir binanın mahzenine dek sürmüştü. Kaçaklar mahzene vardıklarında sabah olmak üzereydi.
Gizlenmek için girdikleri mahzen ise cehennemden farksızdı. Kalorifer, su ve kanalizasyon borularının geçtiği, ıslak, kapkaranlık bir yerdi burası. Sıcaklık ise dayanılacak gibi değildi. Pis pis kokuyordu. Oysa her şeye rağmen dayanmaları gerekiyordu.
Yerin ıslaklığına, karanlığa ve kokuya aldırmadan beklediler mahzende. Sıcağa dayanmak için de soyunup pantolonla kaldılar.
Mahzenin altı tümüyle su olduğu için oturamıyorlardı. Ayakta durup beklemekten başka çıkar yol yoktu. Dışarıda gün ışımıştı. Onlar ise zifiri karanlıkta hala ayaktaydılar.
Anadolu’ya Gideceğiz
Kaçaklardan biri, dayanılmaz durum, mahzendeki bu işkenceli anlar karşısında arkadaşlarına güç vermek amacıyla “Dayanmalısınız kardeşlerim” dedi. “Dayanmalısınız çünkü emperyalizmin işbirlikçileri baş istiyorlar. Biraz sonra bu berbat yerden kurtulacağız. Anadolu’ya geçişimiz için çıkar yol ve gerekli para aranıyor. Parayı arkadaşlarımız kendi aralarında toplayacaklar. Kardeşlerimizin verecekleri paralarla Anadolu’ya gideceğiz. Orada Amerikan emperyalizmini, işbirlikçilerin tutumunu anlatacağız. Bir de Komer’i. Komer’in Vietnam’da işlediği cinayetleri, kanına girdiği insanları ve Türkiye’ye gelişini. Araba olayını, tertibi anlatacağız. Dayanmalıyız kardeşler.”
Mahzendeki “işkenceli” bekleyiş sabah saat 7’ye dek sürdü. Saat 7’de üniversiteli bir grup çıkageldi. Ama gelenler güçlükle bulabilmişlerdi mahzendekileri. Karanlık ve uzun olan mahzenin içinde yolunu şaşırmıştı gelen grup.
Kaçak arkadaşlarının mahzeni terkettiklerine inanıp geri dönmek üzereyken rastladılar. Daha doğrusu seslerini duyurabildiler. Gelenler kaçaklar için toplayabildikleri parayı getirmişlerdi. Birer lira, ikişer, üçer beşer lira kim ne verdiyse almışlardı. Topladıkları parayı verdiler, dört kişiyi Ankara’dan çıkaracak otobüs biletlerini de.
Kim Gidecek?
Anadolu’ya gidecekler; Halil Çelimli, İbrahim Seven, Yusuf Aslan ve Taylan Özgür’dü. Öteki üç kişi ise Ankara’da kalacaklardı. Yedi kişinin saklanması güç olurdu ama üç kişi saklanabilirdi Ankara’da güvenilir yerlerde…
Saat 8’de Anadolu yollarındaydılar. Ve inanıyorlardı Anadolu halkına. Halkın kendilerinden yana kimseleri koruyacağına, ele vermeyeceğine inanıyorlardı. Ele vermezdi halk. Halk ihanet etmezdi kendine. Sevdiklerini, kendileri için kavga verenleri dünya durdukça ele vermezdi. Yeter ki halk kemin kendinden yana, kimin karşısında olduğunu bilsin, öğrensin. Yeter ki güven bağlasın halk. Ve kavga halk için veriliyordu. Halkın kurtuluşu, geleceği için için. Anadolu halkı kendilerini tutacaktı.
Halka gidenler, halka sığınmaya değil de halka Türkiye’nin sorunlarını, Amerikan belasını, Komer olayını, bağımsızlık aşkını anlatmaya gidenler dört köylü çocuğuydu. Başkalarına göre ise dört kanun kaçağı.
Gencecik dört köylü… Geleceklerini hiçe sayarak, çıkarlarını ayaklar altına alarak inançları için kavgaya giren dört gencecik aydın.
Ahmet KAHRAMAN
Kaynak: Akşam Gazetesi / 27 Ocak 1969
Yazının önceki bölümü için aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız.