O korkunç haberi aldığımda Paris’te bir kahvenin ikinci katındaydım. Tarih, 6 Mayıs Cumartesi miydi, yoksa ertesi gün müydü, onu hatırlamıyorum. Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i idam etmişlerdi ve yüzleri kızarmadan, yerin dibine batmadan bir de en beyhude zavallı çabalarla haklarında alçakça dedikodular yaymaya çalışmışlardı. Denizlerin çizgisini yakından bilen bizler için, mertlikleri, cesaretleri, devrimci duruşları hiçbir şekilde sorgulanamazdı.
Deniz, yaşarken kendi hakkında yazı dizileri çıkan bir efsane olmaya başladığı için, kendisini, dokunulmasını istemedikleri düzenin en büyük tehlikesi olarak görenler tarafından idama yollandı. Bütün hukukçuların birleştiği ortak nokta şu: O yargılanma bugün objektif, tarafsız mahkemelerce yapılsaydı, Deniz ve arkadaşları belki yalnız 2-3 yıllık hapis cezaları alırlardı. “Suç ve ceza arasındaki orantısızlık ne kadardı?” diye sorarsanız, bunun yanıtı “Deniz’in ve ’68 rüzgarının, düzeni en sert şekilde sallayan o efsanevi nefeslerinin büyüklüğü kadardır” diye bir yanıt bilirsiniz buna…
68 Rüzgarının Estiği Yıllar
‘68 rüzgarının sürdüğü yıllara dönersek, İstanbul’da bir ortaokullu olarak gençlik olaylarını dışardan izlerken, önceleri herkese heyecan veren bu etkileyici delikanlıların adım adım “köşe bucak aranan eşkıyalar” olarak sunulmaları benim yüreğimi de yüzbinlerce insanınkini de paramparça ediyordu… Çünkü insanlar o günlerde de bu gençlerin ödünsüz birer vatansever olduklarını, kendileri için bir şey istemediklerini, uğruna mücadele ettikleri davaya sonuna kadar inandıklarını anlamışlardı.
Deniz, Kristof Kolomb gibi bir yürekle yaşıyordu. Engin denizlere açılmıştı. Önüne tam olarak ne çıkacağını bilmiyordu. Ama ne istediğini biliyordu. Her şeyi göze almıştı. İnsan vücudunun uzun süre yer yüzünde canlı kalmasının değil, hedefe doğru yol açıcı bir işlevi gerçekleştirerek bu dünyadan geçip gitmesinin çok daha önemli olduğunu bilinçli olarak savunuyordu. Kendisini de derinden etkileyen Che gibi, Deniz de tüm bir kuşağa uğruna ölmenin çekinilecek bir şey olmadığının öğretisini kazandırmıştı.
Son çeyrek asırda, sırayla Deniz’in avukatı rahmetli Halit Çelenk ve değerli eşi rahmetli Şekibe Hanım’ı, Deniz’in babası rahmetli Cemil Bey ve rahmetli annesi Mukaddes Hanım’ı, ağabeyi Bora ve rahmetli kardeşi Hamdi’yi yakından tanıma ve her biri ile dost olma fırsatım oldu. Gerek 1997’de, 30. yılında açtığım “68’li Yıllar” sergimle, gerek 2008’de 40. yılında küratörlüğünü yaptığım “Bir Rüzgarın Arkeolojik Kazısı” sergisi ve 50. yılında 2018’de yine küratörlüğünü yaptığım “1968: Yarım Asırlık Genç” sergisiyle, her bir sergi için çıkardığım –sahte mütevazilik yapmayayım- mükemmel sergi gazeteleriyle, kitaplarla, benden daha çok 68’i merkez alan çalışma yürütmüş insan herhalde zor bulunur.
Özellikle Şekibe Hanım ve Halit Bey’in 2008 sergim için tasarladığım “En Önemli İş”im için verdikleri katkının değerini size ömür boyu anlatsam aktaramam.
Hala sevgili Halit Çelenk’in, Deniz Gezmiş’in o efsanevi parkasını evlerinden ilk ve belki son defa benim için çıkarmaları ve 40. yılda yaptığımız “Bir Rüzgarın Arkeolojik Kazısı” başlıklı sergideki mekan düzenlemem için o unutulmaz tarihi parçayı bana emanet etmiş olmaları, hayatımda aldığım en büyük onur ve güvenoyudur. Nur içinde yatsınlar. Daha çok gurur duyduğum anım yoktur diyebilirim! Tarihin en önemli sembolik kıyafet parçalarından birinin o büyük kişilik tarafından yalnız bana emanet edilmesi, yüzümü kızartacak kadar muhteşem bir anımdır.
Ya da Cemil Gezmiş ile evlerinde konuşurken oğlunun idamdan sonra üzerinden çıkaran elbiselerini görüp onlara dokunmak, aile arşivinden fotoğrafları belgeleri inceleyebilmek, o acıyı artık çocuklarına duydukları büyük sevgi ile bütünleştirmiş olan yaşlı bir anne ve babayla uzun, samimi bir sohbet yapma fırsatı yakalamak, çok yoğun deneyimlerdi. Rahmetli Mukaddes teyze, hiçbir an içinden atamamıştı oğlunun yaşadığı dramı ve yüreğinde durmayan kanamayı…
’68 aslında ne Türkiye’de ne de dünyada bitmiş bir hikaye değil. Bugün hala irtica ve faşizme karşı devrim ve özgürlük savaşı verilmiyor mu? Birçok açıdan aynı yerde duruyor sorunlar. Kimi cepheler farklılaşmış, yeni ittifaklar oluşmuş, kimi cepheler çökmüş ama ana hatlar aynı. Sol kulvarın öğrenci liderleri yakın tarihimizde hep etkin rol oynamışlardır. İster parlamentoda ister basında ister kitle örgütlerinde… Son yıllarda bu oranın azalmış olması, yaşadığımız zor yılların ana gerekçelerindendir.
68’in de, bugün anılan anılmayan, bilinen bilinmeyen, hatırlanan unutulmuş, binlerce başka adı var.
Kitaplar, dergiler, sergiler, müzeler dönemlerinin kahramanları çevresinde kurulu olurlar genellikle. Halbuki çok iyi biliriz ki birde her cephenin görünmez savaşçıları, kahramanları vardır. 68’in de, bugün anılan anılmayan, bilinen bilinmeyen, hatırlanan unutulmuş, binlerce başka adı var. Deniz, o günlerde onların önünden yürüyen bir simgeydi. Bugün de biz Deniz’den, Yusuf’tan, Hüseyin’den, Mahir’den, Ulaş’tan söz ederken aynı anda onların ardından yürüyen, bugün yaşayan ve yaşamayan onca diğer kahramanları da onların kişiliğinde hatırlamış oluyoruz.
Onları saygıyla selamlamayı veya rahmetle anmayı bir görev biliyoruz. Kendinden sonra gelecek kuşaklar için o kadar idealist bir mücadeleyi vermeyi aynen Türk gençliği, 68’le, 27 Mayıs’tan sonra bir kere daha başarmıştı o yıllarda… Atatürk’ün “Gençliğe Hitabesi”ni unutmadık, unutmayacağız!
Sonra 68’deki “Prag Baharı”nın sol dünyayı ortasından kılıçla ikiye bölüşü ve tüm evrensel anlamda partilerin ve düşünürlerin birbirine girmesi de, dönemin arkasında bıraktığı ciddi hasar dolu alanlardan biriydi. En yakın çalışma arkadaşları küstü ve hatta bazen birbirine düşman oldu.
Sol, sağ, öğrenci, iş adamı, asker, politikacı herkes bu çalkalanmalardan nasibini alırken, gerilim hatları, yaşanan köklü değişimler, değişen beklentiler, hiçbir şeyin artık dünyada aynı noktalarda durmadığını, düzenin kemerinin artık çözüldüğünü gösteriyordu. Gencecik insanlar birden hem farklılaşmış hem de daha olgunlaşmıştı. Hem filozof hem aşık, hem eylemci, hem mizahçı, hem hamal, hem de muhtar olacaklardı! Hatta bazen de…. General.
Türk sol gençliği için Che Guevara neyse, Deniz Gezmiş de olur. Gerek kimliği gerek gücü gerek doğal liderlik kapasiteleriyle yaşarken de bir efsaneydi. Bu yüzden iktidarın egemen güçleri, onun karşısında kendilerini güçsüz hissediyorlar, Gezmiş’in halkın gözünde taşıdığı güçlü sembolik imaj karşısında paniğe düşüyorlardı.
Üniversite eylemlerinde sivrilen Deniz Gezmiş, 1968’de Samsun’dan Ankara’ya ilk Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü arkadaşlarıyla örgütleyerek önemli bir Kemalist çıkış yapmış, ardından da mücadelesini sertleştirmişti.
Hem dincileri hem ABD’yi hem de bozuk düzeni hedef alan bu kavganın çarpıcı anları arasında Dolmabahçe’de ABD 6. Filo mensuplarının genç Türk devrimci öğrenciler tarafından “denize dökülmesi”, Amerikan Elçisi Kommer’in makam arabasının ODTÜ’de yakılması gibi eylemler vardı. Türk 68 hareketi ve onun öncülüğünü yapan gençlerin ne kadar idealist, mücadeleci ve gözü pek oldukları, dünyanın çıbanlarını nasıl erken teşhis edip yaranın üstüne kendi yaşamlarını hiçe sayarak gitmiş oldukları ortadadır. Fakat dünya, 68 hareketini değerlendiren kitap, film ve simgeler arasında, Kızıl Rudy, Kızıl Dany, Dubçek, Sartre, Paris sokakları, Çekostavakya gibi tüm isim ve olaylar öne çıkarılırken, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya gibi Türk öğrenci ve eylem liderlerinin es geçilmesi, Batı’nın bu konuda da (!) benmerkezciliği gülünç boyutlara taşıdığının bir kanıtıdır. Başta Deniz olmak üzere tabii ki bu isimler aslında dünya 68’i için birer evrensel değerlerdir. Batı’nın ise bunu hala algılayamamış olması, kendi utançlarıdır.
1999’da, Havana’da Devrim Müzesi’nde açtığım sergide, Küba ve Havana televizyonlarına Deniz’in kim olduğunu, Che’nin yanına nasıl yakıştığını, tarihsel sürecini, en detaylı şekilde anlatırken nefesimi tutmuştum ve gözlerim yaşarıyordu…
Teşekkür ediyoruz sizlere Deniz, Yusuf ve Hüseyin… Tarihe bıraktığınız örnek, her kuşakta canlı kaldığı gibi, efsaneniz büyüyerek yayıldı. Bugün Türkiye’de süren demokrasi mücadelesinin yüreğinde, hala her noktasında bulunuyorsanız, bu artık sonsuzluğa geçiş yaptığınızın kanıtıdır.
Bedri BAYKAM – 06.05.2021