“Özgür olmayan insan nedir?
Söyle bana Mariana
Söyle seni nasıl sevebilirim
Özgür olmazsam?
Sana kalbimi nasıl açabilirim
Bu yürek benim değilse?“
Ağustos 1936 Federico Garcia Lorca
Bizden öncekiler gibi, biz de özgürlük ve bağımsızlık için düşmüştük yollara. Ne dediysek, doğru olduğunu tarih onayladı. Çünkü ne istediysek, yapılması şart olanı akıl ve bilim yoluyla bularak istemiştik.
TAM BAĞIMSIZLIK diyorduk: “Tam bağımsızlık denildiği zaman, tabii, siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, vs. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik kasdolunmaktadır.” Manda’yı kabul etmeyerek cihan hakimlerini silahla ve diplomasiyle püskürten bir kadronun eksik bıraktıklarını, gençliğe düşen görev duygusuyla tamamlamayı hedefliyorduk. Bunun için “Kahrolsun ABD Emperyalizmi” “6.Filo Defol!” dedik. Emperyalizme karşı haftalar düzenledik; petrolden gıdaya, eğitimden siyasi kararlara kadar her yerde emperyalizmin maskesini indirdik. Dünyanın neresinde halkı ve hakkı için bir anti-emperyalist mücadele varsa, onu tanıdık ve destekledik. Bunun için bağımsızlık savaşı veren Mustafa Kemal Atatürk’e saygıyla bağlıydık. Vietnam’ın lideri Ho Chi Minh’e, Latin Amerika’nın ölümsüz önderi Ernesto’ya bin selam gönderdik.
GERÇEK DEMOKRASİ istiyorduk: bize göre demokrasi dört yılda bir sandığa gidip oy atmak değildi, okuma yazma bilmeyen bireylerin seçimde oy vermesi, bilinçli seçim yapamaması, başka güç odaklarının ve kişilerin etkisinde kalması demekti. Demokrasi eğitimde, iş hayatında, günlük hayatta koşulsuz ve bahanesiz eşitliğin sağlanması demekti. Aç, yoksul, işsiz, hakları verilmeyen kim olursa olsun, biz yanında olmak zorundaydık. Bunun için “Gerçekten Demokratik Türkiye”ydi sloganımız. Bunun için hak arayan, grev yapan işçilerin, toprak isteyen köylülerin yanında olduk. “Herkes düşüncelerini serbestçe ifade edebilmeli, bulunduğu okul, işyeri ve ortamda yönetimde söz sahibi olabilmeli” diyorduk. O nedenle üniversitelerin demokratikleşmesini, öğrenci temsilcilerinin de Üniversite Senatosu’na katılmasını isteyen forumlar ve boykotlar yaptık.
“Madenlerimizi, yer altı ve yer üstü tüm zenginliklerimizi, tarihi ve doğal güzelliklerimizi BİZ korumalıyız” diyorduk. Bunun için tütünü, haşhaşı, buğdayı ekeni; demiri, kömürü, peyniri, bezi, tuzu üreteni örgütlemeye, haklarını savunmaya çabaladık. Bafa gölündeki balıkçıyı bile unutmadık. “Emeğe saygı” diyorduk: yaşamını kendi kol ve beyin gücüyle kazanan herkes en iyi şekilde kazanabilmeli, gelecek kaygısı olmadan çalışabilmeli ve adil bir emeklilik hakkına kavuşmalıydı.
“Feodal kalıntıları temizleyecek yasalar çıkarılmalı, ağalık sistemi tarihten silinmeli, kendi varlıklarını sürdürebilmek için besledikleri tarikatlar ve örgütlenmeler ülkemizden tamamen kaldırılmalı” diyorduk. Bunun için saldırdılar bize, 6. Filo’ya karşı namaz kılıp ellerinde palalarla, Amerikan savaş gemilerini protesto eden gençleri kana buladılar.
Yankee, Go Home
“Eğitim ve sağlık hizmetleri her vatandaşın temel haklarıdır, parası olana daha iyisi verilemez, bu nedenle paralı olmamalı, özelleştirilmemeli” diyorduk. Anadil eğitimi verilmeli, yabancı diller çok iyi öğretilmeli, ama bir başka dilde eğitim yapılmamalı diyorduk. Bunun için Sinan Cemgil: “Ben ODTÜ’de İngilizce tek bir şey öğrendim: ‘Yankee, GO HOME!’” diyordu.
“Ülkemizin petrol rezervleri yok, asfalt yapmamız zor, ama Eskişehir’de kendi olanaklarımızla tren imal edebiliyoruz. Şehirler ve uluslar arası bağlantılar için tren, şehir içi ulaşım için metro yapılmalı” diyorduk. “Boğaz’a köprü yerine Zap Suyu’na köprü” diyorduk, gitti yaptı arkadaşlarımız.
Ne ekeceğimize, nereye satacağımıza, nereden ne alacağımıza kendi yöneticilerimiz karar vermeli, bu yöneticileri de (bilgisinin ve bilincinin daha yükselmesini hedeflediğimiz) halkımız seçmeli diyorduk.
Ne dediysek, elli yıl sonra doğru olduğu bir daha anlaşıldı. Ancak, çıkar kaygısı gütmeyen, sadece halkını ve ülkesini düşünerek her şeyini feda eden gençlerin payına sadece ölüm, işkence, hapis ve zulüm düştü. Vurdular, bombaladılar, astılar. Bu kıyımdan ölmeden kurtulabilen, ama ruhen ve vücutça çeşitli sakatlıklar taşıyan bizlerin kaderinde ölüm olmasa da, can arkadaşlarımızın böylesine gaddarca yok edilmesine katlanmak çok ağır bir ceza oldu.
Her yıl Nisan ve Mayıs ayları bize baharın coşkusuyla birlikte en acı anılarımızı ve yitirdiklerimizi yeniden getirir. Bir hışım gibi yaşanan, Deniz’le Yusuf’un tutuklanması ile başlayan o süreç bizden sadece gençliğimizin en güzel dostlarını almadı. Haksızlığa ve yanlışlara karşı durmanın o güzel coşkusunu, birlikte direnmenin sevincini, birlikte söylenen türkülerin güzelliğini, birlikte yediğimiz yemeklerin, birlikte seyrettiğimiz filmlerle oyunların verdiği paylaşımcı doygunluğu, gençliğimizin o en güzel anlarını da yitirdik.
68’liler Birliği Vakfı olarak 6 Mayıs’ta arkadaşlarımızı anma töreni hazırlığı yaparken şöyle bir karar almıştık: 6 Mayıs, ülkemizde bağımsızlık, demokrasi ve devrim için ölen ve öldürülen tüm arkadaşlarımızı anma günü olsun. Çok sevgili arkadaşımız Ahmet Fazıl Boyacı bu kararı şöyle duyurmuştu: “Takvime baktık ki her Allahın günü bir, bazen bir kaç devrimci ölmüş. Her gün birinin mezarına gidip anma mı yapalım arkadaşlar?” Yıllarca Vakıf, başımızda canımız ağbimiz Halit Çelenk ve hepimizin ablası Şekibe Çelenk ile 6 Mayıs’larda saat 13.00’te Karşıyaka mezarlığındayken, Türkiye’nin her yerindeki arkadaşlar da aynı saatte yitirilen arkadaşlarımızın mezarı başında aynı konuşmayı yaparak Deniz’leri andı. Çünkü bu ülkenin devrimcileri DENİZLER diye anıldı, öyle anılacak. Bu gün bile bize “DENİZLERİ TANIR MIYDINIZ?” diye soruluyorsa, DENİZLER Nazım Hikmet’in o güzelim dizelerindeki gibi “Bulutuyla gemisiyle, balığıyla yosunuyla” deniz olmayı seçtikleri içindir.
Yeni Bir Düzen Kurulacak
Bu kuşak, öncüleri ve artçıları olan diğer devrimcilerle birlikte, kopmayacak bir zincirin tarihsel bir halkası olduğunu hiç inkâr etmemiştir. Nasıl biz, bizden önceki mücadeleleri öğrenerek bilgi ve birikimimizi arttırdıysak; bizden sonra gelen kuşaklar da bizi izledi. Onlar da bizden daha az cesur, daha az kararlı, daha az bilgili olmadıklarını ispatladılar. Ama her ülkenin tarihinde büyük direnişleri kitleler yapmış, bu kitlelerin de iz bırakan bir simgesi olmuştur, bizimki DENİZLER’dir. Spartacus’tan başlayan direnişi, hak aramayı sürdüren bir akınız biz. Tek derdimiz, insanların daha iyi, daha insanca yaşaması, kimsenin hakkını kimsenin kapmamasıdır. Çocuklar aç yatmasın, işçiler çarklara kapılıp ölmesin, köylüler cahil kalmasın, parası ve askeri gücü olan gelip ülkemizi talan etmesin. Kimse dili, dini, ırkı, cildinin rengi, cinsiyeti, eğitim düzeyi, mesleği, inancı için ayrımcılığa uğramasın. Kimse hastane kapılarında ya da sokaklarda çaresiz sürünmesin. Ülkemizi talan etmeden üretelim ve üretileni hakça paylaşalım.
Ve hiç kimse endişelenmesin: kölelik nasıl tarihten silinip gittiyse, en yıkılmaz sanılan koskoca imparatorluklar nasıl kum gibi dağılıp yok olduysa, en karanlık hücrelerde bile zulüm ve işkenceye karşı insanlık onuru nasıl kazandıysa, eninde sonunda yine kazanacağız. Biz göremesek de, o güzel günleri görenler olacaktır. Yeter ki, dünyayı yok etmemeyi başaralım. Bizim elli yıl önce yeterince net bir şekilde farkına varamadığımız, o nedenle de tepki gösteremediğimiz bela: çevre ve dünya kirliliği de çağımızın vebası emperyalizmin ürünüdür. Daha fazla paradan başka bir şey düşünemeyen bu düzen, eninde sonunda yıkılacak ve insana, doğaya, tüm canlılara saygıyla yaklaşan bir düzen kurulacaktır.
İnsanlık, “nice yollardan geçse de” insan olacaktır ve “esen rüzgâr bile bunu bilmektedir.”
NECLA ÜLKÜ KUGLİN
6 Mayıs 2021