Samsun’da spor malzemeleri satan bir mağazadan içeri giren 24 genç insan , 24 çift beyaz renkli lastik ayakkabı satın alırlar.
Kente otobüsle, sabah 08:30’da gelmiş olmalarına rağmen, aynı gün yürüyerek ayrılırlar Samsun’dan, ayakkabıları gibi yüreklerinde taşıdıkları bembeyaz umutlarla…
Ankara yolunda yürüyen 24 çift beyaz renkli lastik ayakkabının en önünde ay yıldızlı bayrak taşınırken, arkasındaki pankartta şu yazılıdır:
“Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü”…
Gençler, 30 Ekim 1968 günü başlattıkları yürüyüş gerekçesini şöyle açıklarlar:
“Biz Mustafa Kemal gençliği olarak, Türkiye’nin istiklalinin zedelendiğini, elden gittiğini görüyorduk.
Onun için atılması gereken devrimci adımın ‘İstiklali Tam Türkiye’ için olacağına, gerçekleştirilmesi gereken ilk amacın ‘Tam Bağımsız Türkiye’ olduğuna inanıyorduk.
Akşama doğru, yürüyüşün yaklaşık 20.kilometresinde polis tarafından durdurulur, 24 çift beyaz lastik ayakkabı.
Ertesi gün, izinsiz gösteri ve yürüyüş yapmaktan gözaltına alınan gençler mahkemeye çıkarılır.
Duruşma esnasında aralarından biri “Burada yargılanan biz değil, Gazi Mustafa Kemal’dir,”deyince, yargıç oturduğu kürsüden hepsinin yüreklerine su serpen ve ülkede “Bağımsızlık” rüzgarının engellenemediğini dile getiren şu karşılığı verir:
“Burada bütün hakimlik sıfatımı ve titrimi bir kenara bırakarak şunu belirtmek isterim ki, Türkiye’de hiçbir mahkemenin Atatürk’ü yargılamaya gücü ve yetkisi yoktur.”
1 Kasım 1968’de serbest bırakılan gençler, yürüyüşlerini Ankara’ya doğru, türküler ve marşlar eşliğinde sürdürürler.
Yürüyüş esnasında tutulan günlükte, en büyük destekçileri olarak yanlarında öğretmenleri gördükleri yazarlar: “Yolda, uğradığımız her yerde öğretmenlerden büyük ilgi gördük.
‘Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü’ karşısında, Türk öğretmenlerinin ve aydınlarının tutumu milliyetçi nitelikteydi.
Hareketin başarıya ulaşması için ellerinden gelen fedakarlığı gösterdiler.
Atatürkçü ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin en etkin kuvveti olan öğretmen bir yeri vardır.
Bu niteliğiyle öğretmenler, memleketlerimizde bazı çıkarcı çevrelerle sık sık çatışmak zorunda kalırlar.
Zira asla karşıdevrimden yana değildirler.
Sonun kadar laik, demokratik, bağımsız Türkiye mücadelesinin içindedirler.”
3 Kasım günü Alaca’ya ulaşan gençleri kasabaya dikilecek Atatürk heykeline karşı gösteri yapanların tehdidine aldırmadan, büstün dikileceği yere taş taşırlar…
7 Kasım günü Aşık Nesimi çıkar karşılarına ve sazıyla onlara deyişler okur…
Yürüyüş boyunca katılanlarla sayıları 300’e ulaşan gençlerin Ankara’ya 10 Kasım günü girip, anıtkabir’de saygı duruşunu yapmaları istenmez.
Amaçları olay çıkarmak olmayan gençler dağılırlar ve 10 Kasım günü, ikişerli üçerli gruplar halinde gelerek Anıtkabir’de toplanırlar.
24 çift beyaz renkli lastik ayakkabının başlattığı yürüyüş, anıtkabir’in ziyaretçi defterine 10 Kasım 1968 günü yazılan şu yazıyla tamamlanır:
“Amerikan emperyalizmine karşı ikinci milli kurtuluş savaşımızda gerçekten izindeyiz. Milli kurtuluş savaşımız yok edilemez. Onu yok etmek için bütün Türk milletini yok etmek gerekir. Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşçüleri.”
O gençlerden biri olan deniz Gezmiş’i , 6 mayıs 1972 gününün ilk saatlerinde, Ankara Ulucanlar Cezaevi’nin avlusunda görürüz.
1968 yılında, ayağında beyaz renkli lastik ayakkabılarla, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da başlattığı “Bağımsızlık” yolunda Samsun’dan Ankara’ya yürüyen Deniz Gezmiş, darağacına çıkmadan önce görevliye şöyle seslenir:
“Postallarımın bağlarını bile bağlamaya vakit bırakmadan beni apar topar buraya getirdiler. Postallar bu haliyle sehpada ayağımdan düşecek.
Düşmelerini istemiyorum.
Onları bağla da düşmesinler.”
Görevli, Deniz Gezmiş’in hayattaki son isteğini yerine getirir ve önünde eğilerek postallarını bağlar.
Deniz Gezmiş, birkaç dakika sonra “Bağımsızlık” tutkunlarının yüreğinde dünya döndükçe sürecek olan büyük yürüyüşüne hazırdır!
Deniz Gezmiş’ten sonra aynı darağacına Yusuf Aslan katledilir.
Sırada Hüseyin İnan vardır.
Düşünce suçlusu genç adam, asılmadan önce Avukat Halit Çelenk’ten, yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemeyle şu ricada bulunur:
“Babam yarın ayağımdaki bu lastik ayakkabıları görünce, oğlumun doğru dürüst bir ayakkabısı yokmuş diye üzülecek.
Ayakkabımı bile giyemeden beni apar topar buraya getirdiler. Babama söyleyin, ayakkabım yoktur diye üzülmesin. Ayakkabılarım cezaevinde kaldı. Onlara hediyem olsun.”
Üç gencin ölüm infaz tutanağındaki son nokta şöyledir:
“Cesetler bilahare Ankara Belediyesi Mezarlık Müdürlüğü’ne teslim edildi.”
İnfazın olduğu gün, Ankara Kızılay Meydanı’nda öğleye doğru bir genç kız, iki polis tarafından yakalanarak mahkemeye çıkarılır.
Genç kızın suçu , Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın mezarlarına yapacağı ziyaret için kır çiçekleri satın almaktır!
Yine aynı gün, Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde bir genç kız tutuklanır.
Suçu asılanlar için ağlamak, arkalarından göz yaşı dökmektir…
Birileri korkuyordu, çünkü biliyorlardı ki tarih, kendi hayatlarının sonu için geçerli olacak “ceset” tanımına asla o üç devrimciyi sığdıramayacaktır.
Sunay AKIN / Bir Çift Ayakkabı Kitabı / İş Bankası Kültür Yayınları